Türkiye’de iş dünyasının parçası olmak, arenada canavarlarla mücadele etmek gibi bir şey. Çalışanlar açısından da böyle, işverenler açısından da. Çünkü ilişkiler zincirinde önceden belirlenmiş kurallar geçerli değil.
Çalışanlar örgütsüz, sahipsiz, aç, güvensiz. İş dünyası rakiplerini kendi eliyle olmazsa devlet eliyle batırmaktan mutluluk duyan, ahlaki hiçbir değeri olmayan, yeri geldiğinde şeytanla bile işbirliği yapmaktan çekinmeyen patronlar rekabetine sahip. Ve hiçbir güç buna müdahale edemiyor.
TÜSİAD kendi kapısındaki pisliği ülkenin genel sorunlarını çözme gayreti içinde göremiyor. O yüzden de evine kirden, pasaktan girilmiyor. Bir işadamı diğerini yok etmek için rekabet ve kalite düzeninde mücadele etmiyor. Yalan, dolan ve talan için yapılamayacak şey yok. İşadamlığı kurumu yok. Barbarlar düzeninde kan gövdeyi götürüyor. Yok etmek için, batırmak için bütün kavga. Sonra neden büyüyemiyoruz, niye üretemiyoruz safsataları. Bu düzen ne büyür ne de üretimi artırır. Bu düzende tökezleyeni yok etme, batırma, sonra da parçalayıp üleşme var. Çünkü bu düzenin akbabası çok, işadamı az. Bir tek kişi dahi bütün iş dünyasını bastırıp sindirebiliyor. Hürriyet Gazetesi’nin birinci sayfasına baktığımda dün, üzüntüyle bunları düşündüm. Yapılmayan açıklamalar yapılmış, gerçek olmayanlar gerçek sayılmış.

* * *
Kamu gücünü elinde bulunduran bürokrasi ile siyaset, ne yazık ki bir ilüzyona tabi kalıyorlar. Çaresizlik içinde karalama kampanyaları düzenleyen, başkaları yok olsun sadece ben olayım diye çırpınan, yaşanan kriz nedeniyle sıkıntıda olanları silip tüketmeye dayanan kampanyaların esiri oluyorlar. Bürokrasi dış ve iç baskılara direnemiyor. Basiretli tüccar zor durumdaysa, en önce bürokrasi yoluyla tüketilmek isteniyor. Rakibi yok etmede az masraflı olan ve sıkıntıya yol açmayan devlet gücü kullanılıyor. Kamu taraf hale getiriliyor.
* * *
BDDK’nın son dönem yaptıklarına bakın. El koyduğu hangi şirket kurtarıldı? Çalışır hale geldi? Kim hesap soruyor? Engin Akçakoca kime hesap veriyor? Doğruları da vardır elbette. Ama ya yanlışlar? Onları ne yapacaksınız? Bunlarla ilgili düzenleme yapmak yerine kapı kapı dolaşıp, eleştiren basına karşı medya desteği yaratıp, Türkiye’yi ve hükümeti kendisi gibi düşünmüyor diye gidip Batılı büyükelçilere şikayet eden bir BDDK yönetimi var. Yani alın birini vurun ötekine. Etik değerleri olmayan, hatasından dönmeyi bilmeyen, her seferinde ulusal çıkarlarını değil bireysel kurtuluşu amaçlayan, değer üretmeyen, üreteni sevmeyen, yok etmek için elinden geleni yapan bir iş dünyası ve ona endeksli bir oligarşik bürokrasiyle Türkiye nereye gidebilir?

* * *

‘Karalama, çamur atma, onlar batsın ben kalayım anlayışıyla’ bu ülkenin bir yere götürülmesi mümkün mü? Türkiye’nin toplam kalitesine katkısı olmayan, ithal ikameci kafaların bizi bir değerler ve üretim sistemine taşıması imkansız. Türkiye için önemli olan üretimi artırmak. Evine ekmek götürme derdini ortadan kaldırmak. Zor durumda olan, devletle anlaşma masasında bulunan grupların yok edilmesi için açılan kampanyalar onları düzenleyenlere ne kazandırdı ki, bundan sonra bir şey kazandırsın. Onların bu kampanyalarını, paniklerini, telaşlarını bizim iş dünyası görmezden geldikçe, bürokrasinin işbirlikçi kanadına bu kadar müsamaha gösterdikçe, siyaset bunlara seyirci kaldıkça bundan kaybeden sadece Türkiye olacaktır.
Medya doğrularla, yanlışların birbirine karıştığı bir çorba oldu. Haklı, haksız birbirine girdi. Ne haber, ne değil belli olmuyor artık. Reklam haberler, yok etme kampanyaları, kişiliksiz, etik değerlerden ve insana saygıdan uzak yayınlar medyayı yıpratıyor. Artık olmayanları bile var ediyorlar. Siyasetçilerin ağzından, bürokratların kalemlerinden yazıyorlar. Yalan. Bürokrasideki adamları onların metinlerini onaylıyor, onlar yazıyor. Basıyor mührü oldu bitti sanıyorlar. Ama olmuyor beyler olmuyor.
* * *
Bu düzen mutlaka değişmeli. Bunu sizin bu karalama kampanyaları ile yapmanız mümkün değil ama biz yapacağız.
Medyayı bilginin halka ulaştırılmasındaki rolüne, bir sivil toplum örgütü olarak denetlemedeki işlevine, tarafsız ve ulusal çıkarlar, evrensel değerler düzenindeki konumuna mutlaka yeniden kavuşturacağız. Yalanla, gerçek olmayanla kavga ederek, onları teşhir ederek bunu başaracağız, Halk olanları artık bilecek. Ele geçirilen bürokratın, sırtına basılarak iş yürütülen siyasetçinin aslında neyi söyleyip neyi söylemediğini kamuoyu görecek.
Üretemeyenlerin, üretileni bir değer olarak ortaya konulanı ucuza, bedavaya kapatma anlayışı artık bitti. Ekonomik gasp, haraç dönemi sona erecek. Hayallerini geliştiremeyenler, hayallerini gerçekleştirenleri yutarak varolamayacaklar.
Hukukun üstünlüğü halkın duyarlılıkları onları kulvarın dışına atacak. İş dünyası ahlakını ve kurumsallığını yaratmak zorunda. Rekabet ve buna bağlı gelişmeye, ilerlemeye, üretmeye, üreterek yeni mecralarla çok kazanmaya , çalışanlarıyla bunu paylaşmaya ve Türkiye’nin refahına katkıda bulunmaya evet. Ama akbabalığa hayır. Türk iş dünyası, bürokrasisi ve siyaseti artık bu kifayetsiz muhteris yok etme kampanyalarına ve kumpanyacılarına gerekli dersi vermelidir.

13 Ocak 2003