16 Nisan 2003
Dünya’da savaşlar yoluyla artacak savunma giderlerinin kimlerin işine yarayacağı konusunu hiç düşündünüz mü? Uluslararası savunma pazarında ABD, İngiltere ve Fransa’nın yıllardan beri devam eden bir üstünlüğü var. Silah pazarını bu ülkeler ellerinde tutuyorlar. Rusya, Almanya, Çin ve İsrail de bunların ardından geliyor.
Savunma pazarının %85-90’ının bu
7 ülke arasında paylaşıldığı görülüyor. Yani dünyanın neresinde bir savaş çıksa ya da barış ortamı tehlikeye düşse bu yedi ülkenin savaş sanayilerine talep artıyor. Onlar kazanıyor, savaşanlar kaybediyor. Bu ülkelerden geriye kalan %10-15’lik dilim ise Türkiye’nin de aralarında bulunduğu
40 ülke arasında paylaşılıyor.
* * *
Soğuk savaş sonrasında dünya, barış kültürünün egemenliği altında bir dönem geçirecek gibi gözüküyordu. Yerel, bölgesel çatışmalar ön planda idi. Ama Amerika savaş yoluyla ekonomik değer elde etme yolunu seçmemişti. Savaşın o korkunç araçlarının ekonomik pazarı giderek küçülmekteydi. Soğuk savaş yıllarında bloklar arasındaki silahlanma yarışı nedeniyle harcamalar 60-80 milyar dolar düzeyine çıkmıştı. ABD Başkanı’nın adıyla anılan doktrin, Reaganizm; Sovyetler’i silahlanma yarışındaki harcamalar sayesinde yıkılacak kadar zayıf düşürdü. Ancak soğuk savaş sonrasında yaşanan gelişmeler savunma harcamalarının 40 milyar dolara kadar inmesine yol açtı.
Ancak daha sonra dünya toplam savunma giderleri de hızla yükseldi. Barış kaybettikçe ekonomiler küçüldü, savaş harcamaları arttı. Yaşam kalitesi düştü. Tüm ülkelerin savunma giderleri toplamının 800 milyar doların üzerine çıktığını hatırlatayım. Örneğin Irak savaşından sonra bu rakam daha da büyüyecek. Amerika hem petrol kontrolü ve satışıyla, hem bölgesel etkinliğiyle, hem de silah satışı yoluyla para kazanacak. Yani savaş, silah üreten ve satanların işine geliyor. Parayı hep onlar kazanıyor.
* * *
Savaş ortamlarında silah ve savaş aracı ihtiyacı ön plana çıkıyor. Her ülke savunma sistemlerinin üretiminde gittikçe artan oranda ulusal savunma sanayilerini geliştirme yolunda çaba harcıyor. Dünya ortalamasında ülkeler, savunma giderlerinin ortalama yüzde 5’ini yurtdışından alınan sistemler için harcıyorlar. Bu rakam Türkiye’de yüzde 10 civarındadır. Yani olabildiğince yerli katkı, olabildiğince yerli sanayi hedefleri son 15-20 yıldan beri sadece bizim söyleyegeldiğimiz bir model değil, tüm dünyanın uygulamak istediği bir yaklaşım.
Ancak bu yaklaşımda ortaya koymak gerektiğimiz bir gerçek daha var. Türkiye yerli üretiminde de yabancı bağımlılık içinde. Tabii diğer ülkeler de aynı.
Demode, geliştirilemeyen silah sistemlerini üretmek, ulusal sanayinin silah üretmesi anlamına gelmiyor. Örneğin Irak 10 milyar dolarlık silah alıcısıydı. Ama Amerikan savaş teknolojisinin karşısında dayanamadı. Çünkü gelişmiş silahlar, dışa bağımlılık, ulusal savunmayı dahi etkisizleştirebiliyor. Pazara hakim 6 ülkenin tümünün, nükleer teknolojiye de sahip olduklarını hatırlatmak gerek.
İstanbul Ticaret Odası’nın geçen yıl yaptığı bir araştırmada savunma sanayiimizin girdilerinin yüzde 90’ının yabancı ürün olduğu saptanmıştı. Ankara Sanayi Odası, Türkiye’de 10 liraya üretilip İtalya’ya satılan parçaların, İtalya’dan Türkiye’ye 90 liraya geri satıldığını belgelerle ortaya koyuyor.
Yani yapmamız gereken Türkiye için bir ulusal savunma sanayii inşasına katkıda bulunmak. Bu noktada bütün baskı gruplarını, sivil toplum örgütlerini ve yetkilileri harekete geçmeye çağırıyorum. Çünkü bu yıllık 8 milyar dolar olan savunma bütçemizin iş dünyamız ve çalışanlarımız için yeni bir umut olmasını sağlar. Türkiye’nin kazıklanmasını önleriz. Geri teknolojilerle sınırlanmamızın, ambargolarla kısıtlanmamızın, iç işlerimize yabancıların burun sokmasının önüne bu yolla geçeriz. Türkiye barışı kazanmak için, varlığını korumak için, bölgesel üstünlüğünü kullanmak ve bölgesini barış ortamında tutmak için ulusal savunma sanayiine yatırım yapmalı. Bunları yapamazsak gelecekte, hem de uzak olmayan bir gelecekte, çok büyük hata ettiğimizi anlayacağız. Gerçi bunun ne kadar büyük bir hata olduğunu hala anlamamış olmak da, başka bir yanılgıdır bizim için.