İstanbul Barosu tarafından düzenlenen panelde Prof. Dr. Ahmet Mumcu ile birlikte bulunduk. Hoca, şiddet olgusu üzerine değişik bir yaklaşım getirdi. Öldürme kültüründen bahsetti.

İktidarını pekiştirmek isteyen güç merkezinin tepeden aşağıya doğru yaydığı bir olgu, öldürme kültürü. Aşağıdan yukarıya doğru çıkmıyor.Ya da çok ender görülüyor, isyanlar-ayaklanmalar gibi.Yoğunlukla tam tersine çalışan bir mekanizma öldürme kültürü.
İktidarın başından aşağıya, halk tabakalarına doğru yöneliyor. Çünkü iktidarını pekiştirmek isteyen güç, adam öldürmeyi; çaresizlik hissettiği, diyalog yoluyla yenileceğini gördüğü gruplar veya kişiler üzerinde yok etme, sindirme ve bastırma amaçlı olarak kullanıyor.
* * *
Mumcu, öldürme konusunda, Kuran’da çok az hüküm bulunmasına, örneğin ‘Recm’, yani taşlayarak öldürme cezasının olmamasına rağmen, daha sonra bunun yaygın kullanımını anlattı. Halen de geçerli bu ceza. Oysa Kuran’da zinanın cezası dayak. Ama Abbasi devrinden sonra ‘Recm’ uygulanmaya başlamış.
Çünkü şiddet ve terör yoluyla bir görüşü benimsemeyenlerin ortadan kaldırılması, yani iktidarı elinde bulunduranların görüşlerinin karşısında kimselerin olmaması, öldürme yoluyla daha kestirmeden sağlanmış oluyor. İkna ve doğruyu temsil etme yeteneği bulunmayan lider veya gruplar, öldürme konusunda daha azimli oluyorlar. Yani barbarlık, uygarlıkla mücadelesinde en önemli silah olarak öldürmeyi kullanıyor.
* * *
Bu anlamda öldürme kültürü genlerimizde de bulunabilir mi?
TÜBİTAK’ın dergisi Bilim ve Teknik’te geçtiğimiz aylarda katillerin beyin tomografilerinin görüntülerine ve bunlarla ilgili analizlere yer verilmişti. Örneğin seri katillerin beyin tomografilerinin analizinde ortaya çıkan durum, bu kişilerin normal olmadıklarını gösteriyor. Yani insanlar doğuştan katil olarak ya da öldürme eğilimli olarak dünyaya gelebiliyorlar.
* * *
Katillerin normal insanlardan farklı bir beyin görüntüleri var. Kimyalarının da farklı olduğu görülüyor. Yani katiller aslında genetik olarak, hücre programlanmasında öldürme hastalıklı bulunuyor. Bunlar sıradan insanlar gibi görünüp, yaşayan, davrananlar arasında da varolabiliyorlar. Sonra birden içlerinden gelen dürtü, bir uyarı, ya da aldıkları eğitim sonucu katil olabiliyorlar.
Burada katillere karşı toplumun ve bireyin nasıl korunacağı noktasında kamu otoritelerinin tutumu, belirleyen oluyor. Katillerin genetik yapılarından gelen şiddet baskıcılığını engellemek, en önce öldürme kültürünü ortadan kaldırmakla mümkün.
Bunun birinci yolu, hukukun üstünlüğü ve adaletin şaşmaz terazisinin bulunduğuna insanları inandırmaktır. İnsan uygarlığının terör ve savaşlara karşı durması, öldürme kültürüyle mücadelede kaçınılmaz doğru.
Terör ve savaşlar yoluyla katillik meşrulaştırılmakta, suç organizasyonları ve bireysel şiddet yoluyla yaygınlaşması sağlanmaktadır.
Türkiye’de faili meçhul cinayet olgusu bunun en tipik örneklerinden biridir. Katiller yakalarına yapışacak bir kamu eli olmadığına veya kendilerine ulaşacak bir otorite bulunmadığına inandıkları anda, kan dökme arzularını örgütlü veya bireysel olarak açığa vurmaktalar. Bununla mücadele hukukun katili yakalayıp cezalandırmasından geçmektedir.
Eğer katiller cezalandırılamaz, bireyin, sokaktaki vatandaşın yaşam hakkı katil karşısında korunamazsa, bu dönüp dolaşıp öldürme kültürünü beslemektedir.
Çünkü çağımızda hala öldürme kültürü; iktidarı elinde tutan veya güç merkezi olan kaynaklar tarafından aşağıya, yani halka doğru yöneltilen bir silah olarak kullanılmaktadır.

26 Ocak 2003