13.04.2000
Türkiye’nin isteği, cumhurbaşkanı seçilecek kişinin dürüst, şaibelerden uzak, yolsuzluklara bulaşmamış ve organize suç örgütleriyle mücadele noktasında kendisini ispatlamış olması
Temiz toplum için en önce gereken şeyin, temiz yönetim ve yöneticiler olduğu gerçeği artık kural oldu. Nereden mi çıkartıyorum. Başbakan Yardımcısı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun açıklamalarından. İkisi de ne diyor: Cumhurbaşkanı olacak kişi dürüst, şaibelerden uzak, yolsuzluklara bulaşmamış ve organize suç örgütleriyle, çetelerle mücadele noktasında kendisini ispatlamış olmalı. Bu bir dilek veya temenni değildir. Bu Türkiye için olmazsa olmaz şarttır. Türkiye’nin isteğidir dile getirilenler. Neden temiz toplum? Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu yolsuzlukla mücadelenin Türkiye için irticadan sonra gelen
ikinci en önemli konu olduğunu dile getiriyor. Ben iyice araştırıldığında ve ekonomik boyutları siyasi boyutlarının önüne konulduğunda irtica tehdidinin yolsuzluktan sonraya kalacağını savlıyorum. Elimde bunun için geçerli deliller var.
İslami bankerlik
İrtica tehdidini besleyen en önemli insan kaynağını yoksul kitlelerin oluşturduğunu görmeliyiz. Yoksul kitleler içinde etkin politikaları belirleyen siyasi kaynakların en önemli para akışı yerel yönetimlerdeki siyasi güç. Buradan yolsuzluk ve kayırma yoluyla pompalanan paralar irticanın göbeğindeki vakıflar ile yandaşlarının cebine akıyor. Sonra Almanya başta olmak üzere buralardan Türkiye’ye kanalize olan mark ve dolarlar geliyor. Gelir ortaklığı adı altında yürütülen İslami bankerlik olgusu bu kesimin en önemli gelir kaynaklarından birisi. Temelinde yine yolsuzluk ve kandırma bulunan bir sistem. Almanya’da Türk vatandaşlarının İslami bankerlik kuruluşları için oluşturduğu faizsiz kazanç zincirinin olası büyüklüğünü Kombassan Holding’in kurucu başkanı Haşim Bayram bana aylar öncesinde 250 milyar mark olarak dile getirmişti. Türkiye içindeki büyüklüğü ise Bayram, 100-150 milyar mark şeklinde açıklamıştı.
İslami bankerlik kuruluşlarının bu paraları toplama, Türkiye’ye getirme, parayı işleme, bunun sonucunda da geri dönüştürme noktalarında yaptıklarının tamamına yakın kısmı amaç ve sonuçlar bakımından pek çok karanlık noktayı içermektedir. Şirketler olduğu gibi yöneticileri, çalışanları dahi şeffaf değildir ve olamaz.
Şimdi bu paralarla oynayanları MÜSİAD bile dışlıyor. Neden? Çünkü artık Allah adıyla, İslam’ı kullanarak toplanan paralar büyük ve geri dönülmesi imkânsız bir bataklık oluşturdu. Paralarını bunlardan tahsil etmek isteyenler mafyaya başvuruyor. İslami kesimin mafya grupları, tahsildarları var. Hizbullah’ın önemli adlarından olan ve yine örgütü tarafından öldürülen Mehmet Sünbül bir İslamcı olarak neden mafyaya bulaştı dersiniz? Hizbullah’ın ölü ele geçirilen lideri Hüseyin Velioğlu, Sünbül’ü mafya grupları ve Nesim Malki cinayetiyle ilgili olarak niçin ince ince sorgulamış dersiniz?
Temiz toplum
İslami terör ve arkasındaki güçler incelenirken ekonomik bağlantılardan uzaklaşıldıkça gerçekten uzaklaşılır. Aynı şeyler diğer gruplar
için de geçerlidir. İslami bankerlik kuruluşlarına kaptırılan paralarını geri almak için adam kaçırtan, öldürten tarikatlar var. Tarikat örgütlenmelerinin holdingleştiği, mafya gruplarının bu holdinglerin içine girdiği, borsanın, devlet bankalarının sistem içindeki çarkların dinamosunu oluşturduğu yerde kavga irticacı kavgası değil, temiz toplum; temiz yönetim ve yönetici kavgası olmalıdır.
Bataklıkla mücadele sivrisinekle yapılmamalıdır. Önemli
olan bataklığı kurutmaktır.
Tükiye’de temiz toplum mücadelesinin geldiği nokta artık sistemin yenilenmesi ve yapılandırılması aşamasıdır. Bu konudaki
aciliyetin ifadesidir Kıvrıkoğlu ile Bahçeli’nin açıklamaları, Türkiye’nin giderek sıkışacak ön gündeminde rahatlatmaya dönük reform taleplerini gündeme getirmektir.
Genelkurmay Başkanı ileri bir noktada çok önemli bir de hedef gösteriyor. Bu hukuk sistemimizdir. Kıvrıkoğlu yolsuzlukla mücadele için, “Türkiye çapında genişleyin ve yılmayın. Savcılar resen de görev yapar” diyor. Savcılık makamını, hukuku bu konuda göreve çağırıyor.
Yolsuzluk ve temiz toplum mücadelesinde tuzun koktuğu aşama hukuk sistemimiz. Adaletin parayla alınır satılır olduğu, kararların okunmadan imza edildiği, parası olanın da davalardan kurtulduğu, yargının ‘vicdan-cüzdan’ muhasebesi altında ezildiği, ceza sisteminin çöktüğü, düşünce ve ifade özgürlüklerinin, yaratıcılıkların önüne duvarlar örüldüğü bir hukuk sistemimiz var. Sistemi işleten ehil eller yok. Yargıcın, savcının güvencesi ve garantisi yok. Sürgün yargıda hâlâ geçerli bir sistem. Yüksek yargı kurulları ile diğer yargı kurulları için seçimlerde kulisler ve grupların baskısı büyük. Yargıtay’da en az dört grup var. Bunlar etnik kökenden, tarikatlara, bölgecilik noktalarına kadar uzanan oluşumlar.
Hukuk sistemimizi grupların, yolsuzlukların, siyasi baskının, devlet baskısının elinden kurtarmadan yolsuzlukla mücadele edilemeyeceği ortada. İşte bu noktada savcılıklar ve hukuk sistemimiz ön plana çıkıyor.
Organize suçlarla, yolsuzlukla mücadele için en başta hukukumuzu işgalden kurtarmalıyız. Kıyamet hukuksuzluğumuzdan kopacak. Bunca çete, örgüt, mafya ve Susurluk sürecinin ortaya koyduğu derin ilişkiler ağında adaletimizin verdiği sınav yeterli midir? Bence hayır. Bundan sonra Türkiye’de bütün bu olumsuzlukların olmayacağının garantisi olması gereken adalet sistemimiz çalışmıyor. Toplumun kirli unsurlarını elimine etmesi gereken hukuk sistemimiz çalışmıyor. Çalışmadığı için de yeni ve bağışıklıklığı gelişmiş kirli unsurların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bugün Susurluk sonrasında ortadan kaybolduğu iddia edilen anlayışların ve grupların tamamı sokakta. Tamamı aktif ve kimse kimseye bir şey demiyor.
Türkiye’nin önünü açmak istiyorsak, mutlaka temiz toplum idealimizi temiz yöneticilerle kararlı bir biçimde ortaya koymalıyız.
Cumhurbaşkanlığı seçimi bu konuda çok önemli. Aklanmayan, şaibesi bulunan, karanlık ilişkileri olan kişiler bu makama gelmemelidirler. Balık baştan kokar. Bu sözün doğruluğunu yakın tarihimiz kanıt olarak önümüze koymuş bulunuyor.
Yolsuzluk mücadelesinde devletin en üst birimlerinde oluşan temiz yönetici kararlılığının arkasında olmak her yurttaşın görevi ve ödevi olmalı. Ama o makamlarda bulunanların bizlerden bir farkı var. Onlar yolsuzlukla mücadeleyi toplumsal dehdit unsurlarının ikinci maddesine koyacak kadar önemli bir olgu olarak görünce gereğini de yapmalıdırlar.
Kavga hırsızlarla
Türkiye yapanın yanına kâr kalan, temizlik için görevli kurumları tıkanmış bir ülke olmaktan çıkartılmalıdır. Bunun yolu kuvvetler ayrılığı ilkesini yaşama geçirmekten ve hukuk devletini oluşturmaktan geçiyor. Yasama, yürütme ve yargının birbirini denetleyen ama destekleyen unsurlar olarak bağımsız ve özgürlükçü bir ortamda çalışmasına zemin oluşturulmalıdır.
Türkiye 25 milyar dolarlık geliri, 45 milyar dolarlık gideri, 100 milyar dolarlık borcu olan bir ekonomiyle yoluna bu denli güçlü bir şekilde devam edebiliyorsa, bunu iyi algılamak ve değerlendirmek gerekiyor. Türkiye’de kamu bankalarının batık kredileri son 4 yılda neredeyse dış borç miktarımızın yarısı kadar. Buna özel bankaların batış noktalarında getirdiği yükü koyun, kredi yolsuzluklarını ve ihale
avantacılığını ekleyin başka bir rakama ihtiyaç duymadan nasıl batırılmak istendiğimizi görürsünüz.
Yolsuzluk Türkiye’nin geleceğini sarsıyor. Mafyayı, irticayı, terörü, kaçakçılığı yolsuzluk besliyor. Türkiye’de kavga hırsızlarla yapılmalıdır.
Balığın baştan kokmasının engellenmesi, bu iradenin oluştuğunu ve Türkiye’de çok şeyin değişeceğini bize gösteriyor. Bunun kolay olacağını sananlar yanılırlar. Hırsızlardan ve yolsuzluklardan arınma mücadelesi en zor kavgadır. Çankaya mücadelesi bu bakımdan uyuşturucu kartelleri, mafya grupları, kaçakçılık şebekeleri, siyasi rantçılar ve bunların beslediği uluslararası karteller için çok önemlidir. Türk halkı kadar ilgi duyarlar. Türkiye olarak bu konudaki kararlılığımızı temiz yönetici ve yönetimden yana kullanırsak, inanın şeytanın bacağını kırmış oluruz.