04.07.1999
Allah’ın askerleri anlamına gelen Hizbullah, İslam devleti yolundaki tüm faaliyetleri içerir. Böylece adam kaçırma, öldürme, bombalama, intihar komandoları oluşturma gibi eylemlerin tümü İslamiyet’e uygun ve meşru sayılmaktadır
İran destekli terör örgütleri, Türkiye’de radikal İslam anlayışı açısından önemli bir potansiyel oluşturmaktadır. İran’ın devrim ihracı uygulamasının temel unsuru olan Hizbullah yapılanması, bu konuda ön plana çıkmaktadır.
Türkiye, İran rejim muhaliflerinin sığındığı ülkelerden biri ve İran’ın siyasi ve askeri hasmı olması yüzünden, bu ülkeden beslenen radikal İslam taraftarı örgütlerin açık hedefi konumundadır. İran bu anlamda Türkiye’de istediğini gerçekleştirebilecek altyapıyı örgütler aracılığıyla kurmuştur. Türkiye’de bazı camilerin imamlarının atamaları İran’dan yapılmaktadır. İran kaynaklı bazı tarikatlar bu altyapıların oluşmasında etkin rol oynamaktadır. Ayrıca kaçakçılık sektöründe İranlıların etkinliği çok artmıştır. Bu da radikal İslami örgütlerin serpilmesinde etken olmaktadır.
Hizbullah; Allah’ın askerleri, onların oluşturduğu partisi demektir. İslam devletini gerçekleştirme yolundaki tüm çaba ve faaliyetleri içerir. Böylece adam kaçırmak, öldürmek, bombalamak, intihar komandoları oluşturmak türü eylemlerin tümü İslamiyet’e uygun ve meşru bir hale getirilmektedir. Hizbullah Marksist-Leninist çizgideki bir örgüt yapısına göre düzenlenmiştir. Partinin yönetici kesimi Sovyet politbürosuna benzeyen, gücün birkaç kişinin elinde toplandığı şûra konseyidir. Hizbullah örgütünün temelleri 1970’lerin başına kadar gitmektedir. 1973’te İran’ın Kum kentinde Ayetullah Mahmut Gaffari tarafından kurulan Hizbullah, ruh gibi her yerde olan, ama hiçbir yerde olmayan gizli örgüt olarak tarif ediliyordu. 1979’da Humeyni’nin desteğini alan örgüt, daha geniş bir örgütlenme olanağına kavuştu.
Hizbullah’ı örgütler birbirlerinden bağımsız olarak yapılanır ve faaliyetlerini yürütür. Başka ülkelerde Hizbullah ajanlarınca belirlenen eyleme eğilimli kişiler İran’a getirilir, burada belli merkezlerde dini ve askeri eğitimden geçirildikten sonra ülkelerine gönderilir. 1986 yılında 30’dan fazla ülkeden gelen 17 bin kadar öğrenci bu eğitimden geçmiştir. Türkiye’den de önemli bir terörist kadro bu eğitimi aldı.
Devletten gizli destek
1 Kasım 1984’te İstanbul’da bir kuyumcu soygununa müdahale eden güvenlik kuvvetleriyle soyguncular arasında çatışma çıktı. Yaralı olarak yakalanan soyguncunun Hizbullah mensubu olduğu, kuyumcuyu örgüt adına arkadaşlarıyla birlikte soymak istedikleri ortaya çıktı. Yapılan operasyonlarda 13 kişi; 1 adet Sten makineli tabanca, 4 adet çeşitli çapta tabanca, bu tabancalara ait şarjörler, 1000’e yakın mermiyle yakalandı.
1983’te kurdukları Hizbullah örgütü için bu kişilerin 19 cinayet işledikleri ortaya çıktı. Darü’l Harp (Harp hali) şartlarının Türkiye’de varolduğuna inanan örgüt mensupları soygun eylemlerini Hz. Muhammed döneminde Mekke’de Müşriklere karşı yapılan kervan gasplarını örnek alarak gerçekleştirdiklerini belirtti. Lidere tam itaat vardı. Hücreler yoluyla örgütlenilmişti. Bir hücrede üç kişi bulunuyordu. Bu yapı özelliklere göre; İstihbarat Kolu, Askeri Kol, İçtimai Kol, Tebliğ Kolu olmak üzere oluşturulmuştu. Örgütlenme İran Hizbullahı’nın küçük bir örneğiydi. Türkiye’de yakalanan Hizbullahçıların, İran’ın Kum kentinde eğitildikleri saptandı.
Buna göre İstanbul’da oluşturulan teşkilatın Genel Emiri İrfan Çağrıcı idi. Askeri Kol Başkanı Selim Gülcan, İçtimai Kol Başkanı Nejat Atikel, İstihbarat Kol Başkanı Mehmet Dalmaz, Tebliğ Kol Başkanı Metin Torun olarak ortaya çıktı. Ancak bunların öncesinde de Türkiye’de Hizbullah örgütlenmesi vardı.
Bunların bir kısmı, Güneydoğu’da PKK karşıtı mücadeleleri nedeniyle güvenlik güçlerinin sempatisinden de yararlanıyordu. PKK ile mücadele eden Hizbullahçılara devletin belirli resmi kamplarda zaman zaman eğitim verdiği de ortaya çıktı. Bunlara örnek, Van’ın Gercüş ilçesi Çiçekli, Seki ve Gönüllü köylerinde bulunan kamplarda Hizbullahçıların eğitilmesidir. Hizbullah, örgüt olarak bu yüzden uzun yıllar gizlenmiştir. Ancak bölgede faili meçhul cinayetler artıp, olaylar kontrolden çıkınca, daha doğrusu kollanan teröristler İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerde ölüm makinesine dönüşünce, gerçek daha fazla gizlenememiştir. Bunlardan biri İlimciler, diğeri Menzilciler’dir. Ayrıca Mardin, Bingöl gibi yerel örgütlenmeleri de mevcuttur.
Hizbullah-PKK işbirliği
Hüseyin Velioğlu İlimciler kanadının lideridir. İlk örgütsel çalışmalarına 1975 yılında Batman ilinde kurulan Milli Türk Talebe Birliği’nde başlamıştır. Daha sonra Diyarbakır’da, Vahdet Kitabevi’nde çalışmalarına devam etti. Hüseyin Velioğlu 1982 yılında Diyarbakır’da İlim Kitabevi’ni kurdu. 1987 yılına kadar Hizbullah, Menzil Grubu ile beraber ortak hareket etti. Hatta Menzil grubunun lideri olan M. Fidan Güngör ile beraber İran’a gidip eğitim aldı, temaslarda bulundu.
İki grup arasındaki ayrılıklar
1992 yılında çatışmaya dönüştü. İlim grubu, Menzil grubuna karşı silahlı mücadeleye başladı. Hizbullah daha sonra Kuzey Irak’taki İslamcı örgütlerin de isteğiyle PKK ile barış ve eylem birliği anlaşmaları yaptı. Velioğlu daha sonra Kuzey Irak’taki İslamcı gruplarla birlikte çalıştı.
Özellikle Kürdistan İslami Hareketi lideri Şeyh Osman ile yakınlaştı (Bir ara Erbakan’ın Güneydoğu sorununun çözümünü Şeyh Osman ile birlikte gerçekleştirmek istediği biliniyor). Velioğlu’nun Kuzey Irak’ta adamlarını Şeyh Osman aracılığıyla barındırdığı, İran’a da onun yardımıyla götürdüğü biliniyor. Velioğlu bölgede Kuzey Irak ve İran ile de birleşecek Kürt-İslam devleti kurma planlarını sürdürüyor.
Kürt kökenli sol oluşumlar dahi bunlarla işbirliği içinde. Kürt-İslam tezi bölgede geniş olarak işlenmekte. PKK ile işbirliği yapan Hizbullah, Melle Abdullah adlı şahıs önderliğinde bölgede çalışmalarını sürdürdü. PKK bu örgütün ilk kuruluşunda Bekaa kampında yer verdi.
Örgüt içi infaz sürüyor
Örgüt faaliyetlerini ve eğitimlerini PKK ile birlikte yürüten bu militanların adı PKK’ya bağlı ‘Yurtsever İmamlar Birliği’ olarak tanındı. Bu birlik Melle Abdullah ölünceye kadar PKK ve İran’dan destek gördü. Abdullah’ın ölümünün ardından İdil ilçesinde bir imamın PKK tarafından öldürülmesi üzerine, bölgedeki bu denge değişti. PKK ile Hizbullah çatışması başladı.
Hizbullah ile ilgili olarak en son operasyon Diyarbakır Emniyeti tarafından bir süre önce yapıldı. Hizbullah’ın arşivi bu operasyonda ele geçirildi. Arşivde bilgisi bulunan sekiz bin kişinin peşine düşüldü. Ancak örgüt, etkinliğini bir kez daha gösterdi ve birçok Hizbullahçı’nın bölgeden ayrılıp büyük şehirlerde izlerini kaybettirmeye çalıştığı ortaya çıktı. 26 Mayıs’ta Konya’nın Akyokuş mevkiindeki ağaçlandırma alanında çalışan işçiler üç erkek ceset buldu. Çıplak ve işkence edilmiş olarak ölü bulunan üç erkeğin kimlikleri belirlendiğinde Hizbullah’ın boş durmadığı da ortaya çıktı.
Öldürülenlerden birinin Muş nüfusuna kayıtlı ve tütün kaçakçılığı suçundan sabıkası olan 34 yaşındaki Enver Aktaş olduğu ortaya çıktı. İkinci cesedin siyah saç ve kızıl sakallarından yola çıkan polis, bu kişinin ilkokul öğretmeni Hüseyin Tuncer olduğunu saptadı. Muşlu
36 yaşındaki kayıp Ali Arslan’ın ailesinin polise başvurmasıyla üçüncü kişinin kimliği de belirlendi. Emniyet, öldürülenlerin evlerinde yapılan aramalarda Hizbullah örgütüne ait doküman ve kasetlere ulaştı.
Yapılan çalışmalar her üç kurbanın da Hizbullah örgütü içerisinde faal olarak görev aldıklarını ortaya çıkardı. Hizbullah ile ilgili bilgileri polise ihbar ettikleri gerekçesiyle her üç kişi de işkenceyle öldürülmüştü. Emniyet yetkilileri, Hizbullah’ın aralarındaki muhbiri tespit etmek amacıyla her üç kişiyi de sorguladığını, hiçbirinin muhbir suçlamasını kabul etmemesi üzerine üçünün de işkence sonrası infaz edildiğini belirledi. Bu olay Hizbullah’ın etkinliğini de ortaya koyması bakımından ilginçtir. Hizbullah elemanlarını saklamayı başardığı gibi, içinde halen sorgulama yapabilecek güçtedir. Bu olayın bir benzeri de Konca Kuriş’in Hizbullah tarafından kaçırılmasında görüldü.
Kaynakları camiler
Hizbullah devletin bölgedeki hatalarından yararlanmayı çok iyi bilmiştir. Devlet kadroları içinde bulunan ‘Fahri İmamlık’ müessesesi Güneydoğu’da Hizbullah’a çalışmıştır. Örneğin Batman il merkezindeki 60 camiden 40’ında Hizbullah’ın taraftarlarının ağırlığı bulunmaktadır. Bu camilerin büyük bir kısmında fahri imamlar görev yapmaktadır. Bu fahri imamlar vasıtasıyla da Hizbullah örgütünün eylemlerinde kullandığı 13-15 yaşlarındaki çocuklar (İran öğretisine göre en temiz ve saf eylemci kitlesi) camilerin yanlarında bulunan ve medrese olarak adlandırılan odacıklarda eğitiliyor. Nitekim Hizbullah’a yönelik Doğu ve Güneydoğu’da yapılan soruşturmalarda bu örgütün camilerde yerleştiği ve camilerin (İran öğretisi gereği) üs olarak kullanılıp faaliyetlerin buradan yönlendirildiği saptandı.
Hizbullah örgütlenmesi Türkiye’de, İran’da olduğu gibi sadece Şia kökenli bir özellik taşımamaktadır. Radikal İslami bir oluşum olarak, şeriat devleti için mücadele eden bütün unsurlar Türk Hizbullahı içinde var.
Örgüt para kaynağı olarak devletin teşvik sistemini de kullanmıştır. Uğur Mumcu’nun katil zanlısı olarak aranırken, Almanya’ya kaçan ve sığınma izni alan örgüt yöneticisi Şefik Polat, devletten teşvik almış, bunun takibini DYP’nin ileri gelenlerine yaptırmıştır. Örgüt, kurduğu şirketler aracılığıyla ihale almakta, para kazanmaktadır. Belediyeler, vakıflar örgütün temel mali ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmaktadır. İslami vakıfların yöneticilerinin cezaevlerindeki Hizbullah militanlarına para gönderdikleri de saptanmıştır.
Hizbullah ve türevi örgütler, İran’ın ilişkilerine göre Avrupalı gizli servislerin yardımlarını almaktadır. Örgüt bilgisayar ortamında çalışma yapabilecek eğitim düzeyine sahiptir.
İslam devrimi için her yol mübah
Hizbullah, kaçırdığı pek çok kişiyi Kuzey Irak veya Güneydoğu’da yeraltındaki tünel köylerde saklamakta ve imamlarından talimat geldiğinde öldürmektedir. Hizbullah cinayetlerini, enseden sıkılan tek kurşun veya satır, balta gibi kesici aletlerle işlemektedir.
Hizbullah’ın semt ve mahalle imamları intikam almak istediklerinde kişileri üst şuraya haber vermeden, infaz etme yetkisine sahipler.
Bu yolla Hizbullah’ın 500’den fazla kişiyi öldürdüğü tahmin ediliyor. Buna ‘kendiliğinden zuhur’ adı veriliyor. Üst şuranın karar aldığı infazları ise sadece sorgu ve silahlı kanat sorumluları gerçekleştirebiliyor.
Örgütün faal olduğu alanlarda devlet memurlarından (son operasyonlarda 100 kadar devlet memuru saptanmış ve tutuklanmış durumda) camilerde özel olarak görevlendirilmiş çocuklara kadar geniş ve etkin bir istihbarat ağı bulunuyor. Örgüt elemanlarının evinde ele geçen dokümanlardan İran gizli servisinin izleme, izlemeye karşı durma gibi temel istihbarat
notları da bulundu. Gizlilik örgütün birinci ilkesidir. Amaca ulaşılması için gerekirse
yalan söylenir ve takiye yapılır. Örgüt için hırsızlık serbesttir. Ser verilecektir ama sır verilmeyecektir. Sır verenler öldürülür.
Kendi köyleri bile var
Örgütün elinde etkin bir bomba kullanma olanağı var. İran’daki kamplarda hem silah, hem de bomba eğitiminden geçen kişiler Hizbullah içinde etkili olmaktadır. Hizbullah kendi köylerini, yeraltı sığınaklarını, hatta mezarlıklarını dahi oluşturmaktadır. Kendileri dışında kimsenin girmesine izin verilmeyen köyleri bulunmaktadır. Bir operasyonda yakalanan Hizbullah militanı ile ilişkisi bulunan diğer örgüt elemanları ‘hicret’ adını verdikleri bir başka yere kaçma girişimini derhal gerçekleştirmekte ve saklanmaktadır. Hizbullah militanları Tahran’da Türk Büyükelçiliği’ne yakın bir villada askeri ve teknik eğitimden geçmektedir. Bu organizasyonları Hüseyin Velioğlu ile Edip Gümüş yapmaktadır.
Hizbullahçılar sürekli olarak yer ve kılık değiştirmektedir. Öldürme yetkisini
Kuran’dan aldıklarını savunan Hizbullahçılar, buna kanıt olarak Kuran’ı Kerim’in
Ali İmran 4, Maide 95, İbrahim 47, Zümer 37, Secde 22, Zuhruf 41, Duhan 16,
Mücadele 19-22, Tevbe 111, Muhammed 3-4 surelerinin ayetlerini göstermekteler.
‘Tanrı için kin besleyip öç almak’, ‘Savaş için hazırlık yapmak ve taktik geliştirmek’, ‘Kâfirle savaşta karşılaşıldığında boyunlarının vurulması ve esir alınmaları’ gerekçelerden birkaçını oluşturmaktadır. Kişi İslam ise doğru yola davet edilmekte, olmazsa katline karar verilmektedir. Bu da terörün sağlıksız mantığını oluşturmaktadır.
İran destekli terör Türkiye’de nasıl kullanılıyor?
İran destekli terör örgütlerinin Türkiye’de nasıl kullanıldığı konusunda iki ifadeden alıntı yaparak konuya açıklık getirmek mümkün.
Hizbullah oluşumunun içinde bulunan ve daha sonra İslami Hareket Örgütü’nde de görev alan Adil Ateş, 24 Mayıs 1993 tarihli ifadesinde İran ile ilgili olarak ilginç bilgiler vermektedir. Ateş, kendisi gibi İran’da eğitim gören Mehmet Kaya tarafından İstanbul’da İran Konsolosu Mir Cafer Enci’nin yanına götürüldüğünü, burada Ahmet Kerimi ile tanıştığını, Kerimi’nin 1988’de 8 bin dolar vererek bir ev tutmasını istediğini aktardı. 1988 Ağustos’unda Maltepe’de bir ev tuttuğunu, Kerimi’nin bu evde kendisini örgütün önemli adlarından İrfan Çağrıcı ile tanıştırdığını, Çağrıcı’nın Ataköy’de bir evde Şah yanlısı bir kişinin kaldığını söylemesi üzerine bu kişinin istihbaratının yapıldığını ve evine gidildiğini, ancak polise yakalandıklarını ve Kerimi’nin kaçtığını anlattı.
Örgütün önemli bir başka üyesi Mehmet Ali Bilici (Abdullah Yiğit) 11 Şubat 1994 tarihli ifadesinde, Ankara’da, Vanlı Muhsin Arslan adlı arkadaşı aracılığıyla İran Kültür Evi’nde, Davut adlı İranlı bir şahısla diyaloğa geçip bazı arkadaşlarının
İran’da İslam Cumhuriyeti çalışmalarıyla ilgili olarak eğitilip eğitilemeyecekleri konusunda irtibata geçtiğini, Davut isimli şahsın Arslan’a İran’ın bu konuda kendilerine yardımcı olacağını söylemesi üzerine İhsan Deniz, Muhsin Arslan ile birlikte İran’a gittiklerini açıkladı.
İran’dan örgütleri için askeri ve siyasi yardım talep ettiklerini aktardı. Bu isteğin uygun bulunması üzerine Ekrem Baytap (Çetin Emeç suikastının faili), İrfan Çağrıcı, Mehmet Ali Şeker (Çetin Emeç suikastının keşfini yapan terörist), Mehmet Zeki Yıldırım, Kemal (Nezih Beyret-Bahriye Üçok’a bombalı paketi gönderen terörist) ve diğer uygun görülen kişilerin İran’a gittiklerini, burada askeri ve siyasi eğitim gördüklerini söyledi.
İstedikleri para yardımı karşısında İranlıların Halkın Mücahidi Örgütü yanlılarına karşı eylem yapılmasını istediklerini belirtti. Daha sonra yapılan pazarlıklar sonucunda İranlıların istediği iki işin, Halkın Mücahitleri Örgütü’nden Ali Ekber Gorbani’nin kaçırılması ve İstanbul’da görevli bir PTT memurunun kendilerine kazandırılması olduğunu söyledi.
Gorbani için 800 milyon lira, teknik PTT çalışanının kendilerine kazandırılması karşısında ise pazarlık yapıldığını aktardı. Gorbani daha sonra kaçırılıp İranlılarca öldürüldü. PTT teknisyeninin ise Türk polisi süsü verilip gözaltına alındığını, sonra da devletine hizmet edecekmiş gibi bir anlaşma imzalanarak kandırıldığını aktardı. Bu oyunda PTT görevlisi öylesine inanmış ki, daha sonra polis bu kişiye İran’a hizmet ettiğini anlatmakta epey zorlanmış. Bu hizmet karşılığı İranlılar 80 bin dolar ödeme yapmışlar.