24.08.2000
Yeraltı çetelerinin siyasi ve bürokratik uzantıları temizlenmediği takdirde, hayali ihracatçılara ve uyuşturucu kaçakçılığına yönelik operasyonların gelip bir yerde tıkanması kaçınılmazlaşır
Tuncay ÖZKAN
Matador, Ahtapot, Balina… Bunlar son dönemde polisin gerçekleştirdiği hayali ihracat ve uyuşturucu operasyonlarına verdiği adlar. Türkiye’de böyle güzel adlı çok operasyon yapılmıştır. Daha da yapılacaktır. Çünkü sistem bunu gerektirmektedir. Siz AB ülkelerinde hayali ihracat diye bir şey duydunuz mu?
Trilyonlarca lira değerinde uyuşturucu, naylon fatura veya hayali ihracat belgesine el konulur. Bunlar toplanır. İmha edilir. Suçlular ilk günün ateşiyle kamuoyunda boy boy yer alırlar. Sonra işler rayına girer, hukuki süreç başlayınca olaylar unutulmaya yüz tutar. Bir de bakarsınız ki o ünlü hayaliciler ve uyuşturucu babaları bakanlarla, milletvekilleriyle, güvenlik örgütlerimizin yöneticileriyle, savcılarla, yargıçlarla kol kola gezer; eğlencenin gözünü patlatır yer, içer, spor kulüplerimize başkan olurlar. Sonra bakan bile olurlar.
Örneklerini görmedik mi?
Hayali İhracatı Araştırma Komisyonu bir zamanlar Meclisimizin en gürültü koparan yeriydi. Onun da raporu tıpkı Faili Meçhul Siyasi Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun raporu gibi kim vurduya gitti. Çünkü büyük büyük başlar suçlanıyordu. Komisyon bir ara çalıştırılmamakta direnince bazı dosyalar da zamanaşımına uğrayıvermişti ama, neyse…
O zamanlar komisyon başkanı olan Mahmut Öztürk eline geçen bir polis raporunda yazılanlara inanamadığı gibi, üstüne dudağı da uçuklayınca soluğu Çankaya Köşkü’nde almıştı. Raporda o dönem kabinede bulunan iki bakan ile bir milletvekilinin (bunların hepsi de Öztürk’ün partisindendi) Mersin serbest bölgesi üzerinden uyuşturucu ticareti yaptıkları, Mersin genelevinden haraç aldıkları ve bunun için çete oluşumlarına yöneldiklerinin istihbarat edildiği bilgisi vardı.
Umutla tırmandığı Ankara’nın 864 rakımlı tepesinden siyasi babası Öztürk’ü aşağıya öyle bir yuvarladı ki, bir daha milletvekilliği yüzü göremedi gariban. Yazdığı rapor da Meclis’in tozlu raflarında kayboldu gitti.
O dönem hayali ihracat nedeniyle suçlananlardan bildiğim kadarıyla sadece iki kişi hapis yattı. Diğerleri İstanbul, Ankara ve İzmir’in ‘ünlü’ simaları oldular. Şimdi onların çapkınlıklarını televolelerde, magazin programlarında izleyip izleyip kendimiziden geçiyoruz. Helal olsun adamlara! Yakışıyor valla! 1993 yılı rakamlarıyla tam 50 trilyon lirayı içetmişlerdi. Devlete bu kadar büyük bir kazık atıp, afiyetle yememek olur mu? Sonra onlara kim dur dedi ki? Daha doğrusu diyebildi ki? Devlet malı deniz, yemeyen domuz!
Beslendikleri yerler
Halk Bankası, Vakıfbank, Emlak Bankası, Ziraat Bankası ve Merkez Bankası iyi beslenmiş hormonlu inekler misali hep bu
adamları beslemediler mi? Bunlar değil midir yurtdışındaki bu kamu bankalarının of-shore veya karapara düzeni için oluşturulan diğer bankacılık sistemlerinden milyon dolarlarla kredileri alıp, sonra devletten aldıkları bu kredileri yine devlete satıp aradaki kârı ceplerine indirenler? Bu bankaların eski, yeni verdiği kredileri inceleyelim bakalım kimleri beslemişler. Kredileri alanlar ne yapmış? Ömer Lütfü Topal’a bile el öptürecek kadar büyük baba olanlar, hâlâ bu bankalardan aldıkları kredilerle oynamaya devam ediyorlar. Ne demiş şair:
“Yiyin efendiler yiyin. Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin. Bu hanı yağma sizin…”
Gerçi düzenin, düzenbazlarından Yeşil efendi (meşhur katil Mahmut Yıldırım);
“Yemeyin oğlum, tek başınıza yemeyin. Adamı kustururlar” diye uyarıyordu, ama nafile. Kusmukları üstümüzde kokuyor, ama onlar yemeye devam ediyorlar. Çünkü bu düzen katillerin, hırsızların, soysuzların, ahlaksızların, vurguncuların ekmeğine yağ sürüyor. Hukuk çaresiz, polis çaresiz. Hırsızı sistemin ta kendisi yaratıyor. Halk yönetimden kopmuş, sivil örgütlenme bitmiş. Hesap sorulmuyor. İşler Allah’a havele ediliyor. Yeşil sermayenin laikliğe karşı çıkışının altında bu sermaye aklama yönteminin bulunduğunu bir yere not edin aklınızda kalsın.
Hükümet teşvik uygulamasından yararlanacak ürünleri belirlerken, Türkiye’nin karanlığını inşa eden bürokratlar ile oligarşinin keneleri kaç paralık hayali ihracat gerçekleşeceğini bilmiyorlar mı? Bal gibi de biliyorlar. Ondan sonra “tavşana kaç, tazıya tut”. ‘Katiller demokrasisi, hırsızlar düzeninde’ bunların hepsi önceden planlıdır aldanmayın.
İşte söylüyorum Kars, Iğdır, Ardahan ve de özellikle Nahcıvan gümrük kapılarına bakılsın. Türkiye’nin en büyük gümrük kaçakçılıkları buralardan oluyor. Mazot geliyor, gidiyor. Nahcıvan sanki dünyanın mazot deposu. Petrol ürünlerinin kaçakçılığından trilyonları vuranlar nerede? Onların bankaları, şirketleri, yurtdışı ve içi bağlantıları ne oluyor? Bu Altınbaş operasyonunda ne oldu? Bu adamlar paraları hangi bankada aklamışlar? Hangi kentin belediyesini kullanmışlar? Hangi siyasiler bunlardan rant elde etmiş? Kuzey Irak üzerinden, Gürcistan’dan kaçak olarak getirilip, teşviklerle beslenen Nahcıvan kapısından tekrar Türkiye’ye giren petrol ürünlerinin rantını kimler yiyor? Türkiye’de Gürcüyüm, Lazım, Kürdüm diyerek bölgesel ve etnik oluşumları yaratanlar, sakın bunları kullanarak devlete sızan büyük mafya babaları olmasın? Bu soruların yanıtları var. Varolduğu ve ucu birilerine dokunduğu için bunların üstüne gidilemiyor. Dört gümrükçü, beş jandarma, onbeş memur, yirmi polis yakaladın mı iş bitti, öyle mi? Bunlara karnımız tok. Bu olayların arkasında kimler var? Neden hâlâ bunlara dokunulamıyor? Bunları kim koruyor kim? Türkiye’de devletin üzerine 50 yıldır çöreklenmiş bu yiyiciler çetesinin üzerindeki perde neden kaldırılamıyor?
Siyaset duvarı
Şimdi Balina, yarın Ahtapot operasyonları da gelir gelir siyasetin duvarında erir. Matador operasyonu olmadan Ürfi Çetinkaya bilinmiyor muydu? O okulları açarken, o paraları saçarken neredeydiniz? Kimler namuslu polisin elini tutuyordu? İçerden bilgi gidiyormuş da o yüzden yakalanamıyormuş… Bunlara inanmıyorum. Hâlâ sivrisinekler ile uğraşıp bataklığı göremezden geliyoruz. Devlet şeref madalyası verdiğimiz bazı işadamlarına bakın gerçeği anlayacaksınız.
Suriye sadece PKK’yı mı desteklemiş? Bakın son bulgular Suriye’deki devlet çetesi ile bizdeki çetelerin hırsızlık konusunda da kol kola olduklarını gösteriyor. Yani terör uyuşturucu kaçakçılığı ve hayali ihracat uygulayıcıları hep kol kola geziyoruz. Suriye’de Türk gümrük yetkilileri günlerdir çalışıyor. Binlerce sayfalık hayali ihracat ve gümrük yolsuzluğu belgesine ulaştılar. Ama alamıyorlar. Gerekçe Suriye’nin fotokopi makinesi yokmuş. Makine de gönderiliyor ama belgeler hâlâ saklanıyor. Suriye’deki rantçılarla, bizimkiler kol kola, oh ne âlâ. Türkiye’den pirinç diye çıkan mal orada alçı olmuş. Çünkü burada o işin teşvikinden alınacak devlet parası var. Buradan 35 bin ton diye çıkan mazot orada 5 ton olmuş. Say say bitmez olaylar.
Suriye’deki yönetim ile Türkiye’deki arasında bu olaylara bakınca bir fark kalıyor mu? Bizimkinin adı nasıl oluyor da demokrasi oluyor? Bizimki demokrasiyse, Suriye’nin hakkını yememek lazım. Onların ki daha demokrat!
Türkiye’de uyuşturucu ve hayali ihracat parasıyla ekonomiyi düze çıkaracağını sanan ‘dehalar’ devlet yönettiler. Yönetmeye devam ediyorlar. Bir Maliye Bakanlığı Müsteşarı bana 15 yıl önce hayali ihracat patladığında”, Ülkenin canına okuyorsunuz. Sıcak para girişi olmazsa batarız, Akdeniz’de sıcak para olmadan kalkınma olmaz” diyordu. Şimdi milletvekili. Türkiye’nin uyuşturucu, hayali ihracat ve karapara girdileri nedeniyle başı göğe erdi; ekonomik kalkınması göz kamaştırıyor. Akıl akıl gel peşime takıl…
Ekonomik perhizlerini uyuşturucu ve diğer karapara girdilerine bağlayanlar, bankalarını soyup devlete kazık çakanlar ile, devleti ele geçirmeye çalışacak kadar sermaye biriktiren mafyayı gördüklerinde nedense sus pus oluyorlar. Türkiye hâlâ kara para ile mücadele edemiyor. Çek senet mafyasının önüne geçemiyor. Kamu maliyesinin kamu bankaları aracılığıyla soyulmasını engelleyemiyor. Çünkü tıpkı kanserli hücrelerde olduğu gibi, Türkiye’yi bunlardan koruması gereken siyasi kadrolar ile bürokratlar oluşturdukları oligarşik çiftlikte bu bataklığın rantını yiyerek besleniyorlar. Bu düzenin devamı için çalışıyorlar. Bugün operasyonlarda ele geçenler dün de tanıdıklarımız. Yeni hiçbir şey yok. Sivrisinek mücadelesi kanımızı emenlerden semirenler ile semirmeyenler arasındaki nöbet değişimi gibi geliyor bana. Hayali ihracat bugün Suriye’ye açılan illerimiz ile Kars, Iğdır ve Nahcıvan kapılarımızdan yapılıyor. Paralar Bursa, İzmir gibi illerdeki vergi dairelerinden alınıyor. Şirketler İstanbul’da olmayan adreslerde kuruluyor. İstanbul’da tam 17 gümrük kapısı var. Büyük bir kısmı sadece bu işler için oluşturulmuştur. Kimse kimseyi kandırmasın yasayı yaparsınız hayali ihracat durur. Yapmazsanız, teşvik ederseniz devam eder. Karaparayla beslenenler, onunla mücadele etmezler. Kamu bankalarından dayılarına para yağdıranlara kamu bankalarını bağlarsanız orada talanı engelleyemezsiniz. Meşhur topçu Mustafa Kefeli nerede? Gülay-Orhan Aslıtürk nerede? Sudi Özkan niye ortalarda yok? Susurluk raporunun bankalarla ilgili bölümü niye tamamlanmıyor? Kamu bankaları neden özerkleştirilmiyor? Nerede naylon fatura holdingi kurup sermayemizin sahte fatura ihtiyacını karşılayan dev şirketler? Nerede bunlardan aldıkları naylon faturalarla iş tutanlar? Bunlar büyük mü geldi efendim? Sizin gücünüz küçüklere bir de siyasi desteklerini yitirenlere mi yeter? Bu kafayla giderseniz “Düzen hep böyle devam eder, pireler filleri yutar”. Ama halk hep böyle bakar sanıyorsanız yanıldığınızın resmidir.
Bugün karşımızda duran sanıklar da, mahkeme de, savcı da, siyasetçiler de dünkülerin aynılar. Fark onlarda değil, bizde. Biz dün onları ve olayları bu gözle görmüyorduk. Şimdi görüyoruz. Bunun bir adım sonrası olaylara müdahil olmamız demektir. Değiştirmek demektir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Hukukun üstünlüğü herşeyi düzeltecektir. Katiller demokrasisi, hırsızlar düzeni mutlak değişecektir. Değişimin önünde durulamaz. Bir aydır yoktum… Bu yazıyla yeniden merhaba.