18.11.1999
Türkiye, Amerika için ne ifade ediyor? Amerikan Başkanı Bill Clinton’ın sıcak ve sempatik yaklaşımları Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkileri ne düzeyde etkiler?
Türkiye’nin, Amerika açısından vazgeçilmezliği ortadadır. Bunu bir strateji uzmanı dostum, “Amerika, Washington’dan vazgeçer, ama Türkiye’den vazgeçemez” diye tanımladı.
Kafkas enerji yatakları ve buradaki Türk kökenli uluslar, Ortadoğu’daki dengeler, Balkanlar’ın çatışmalara gebe durumu ve Rusya’nın belirsizliği bu ilişkilerin vazgeçilmez noktalarını oluşturuyor. Çünkü Amerika yeni dünya düzeni stratejisini, bu bölgelerdeki çokkültürlü, çokuluslu, egemen ama küçük olan, ‘demokrasi’ ile yönetilen devletçikler oluşturmak üzerine kurmuş durumda.
Kafkasya ve Balkanlar
En önemli ilişki noktası ise Çin’e karşı Amerika’nın geliştirdiği stratejiler içinde Türkiye’nin önemidir. Komünizmini yenileyen, sürekli gelişen ve büyüyen Çin, Rusya ve Kafkaslar’daki Türk kökenli devletlerle çevrelenmiş durumda. Afganistan ortada. Tacikistan’ın durumu belli. Çin ‘tehdidi’ karşısında, Amerika’nın en etkin kozu Türkiye’dir. O yüzden Ankara’da, Amerikalı gazeteciler Çin sorusunu Clinton’a yönelttiler. Sadece Çin mi? Hayır. Türkiye, Amerika’nın Balkan politikalarının en etkin gücü. Amerika’ya ve varolan NATO’ya rağmen silahlı bir ordu kurma kararı alan Avrupa’nın ekonomik çıkarları karşısında Amerika’nın kozu yine Türkiye olacaktır.
Ortadoğu ve Kafkas enerji politikalarını da belirleyen ülke, Türkiye’dir. Türkiye’nin bugünkü paylaşım dengeleri içinde sorunlu; ama geleceğin ekonomik büyük merkezleri durumunda olan ülkelerle coğrafi, tarihi ve fiili ilişkileri var. Bu ilişkiler önümüzdeki yüzyılın kaderini belirleyecek. Bunlar, Kafkasya’nın Türk ulusları. Ayrıca Türkiye ekonomik pazar olarak varolması gereken bir ülke. Bölgenin en istikrarlı ve gelişen ülkesi olduğu gerçeği inkâr götürmez. Potansiyeli de ortada. Türkiye dünyanın en gelişmiş 16. ekonomisi. Araştırma geliştirme yatırımlarına en çok bütçe ayıran 17. ülke. Deprem olgusu bu dengeleri bozsa bile, yetişmiş insan gücü, Batı tipi kurumları ve ‘laik cumhuriyet’ sistemi Türkiye’yi vazgeçilmez kılıyor. Amerika’nın 1960 sonrasında Türkiye’de izlediği ılımlı İslam modelini geliştirme politikaları, 12 Eylül müdahalesiyle tuttu. Yani Türkiye Amerika’nın istediği kıvamda. Amerika bundan sonra Türkiye’yi bir pazar ülke ve ‘stratejik müttefik’lik konumunda geliştirecektir. Yani altyapı eksiklerimizin giderilmesi konusu başta olmak üzere Amerika, Türkiye’nin makyajının düzeltilmesi için elinden geleni yapacaktır. Buna zorunludur. Çünkü mallarını pazarlayacağı bir ülke olarak Türkiye önemlidir. Yaptığı her şeyin parasını bizden alacak, ama yapacak.
Protokol ve Demirel
Dünya yeniden kurulurken, Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bu sıcaklıkları Clinton’ın gelişiyle ‘kaynama’ noktasına ulaşmış saymak hata olur. Bu sıcaklığın artırılmasında Clinton’ların Türkiye’yi bir turistik ülke olarak görüp hoşlanmalarının, Efes’te hacı olmalarının etkisi büyük. Ayrıca Clinton için Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in devlet protokol geleneklerini bir kenara koyarak gösterdiği olağanüstü ilgiyi göz ardı etmemek gerek. Bunda yeniden cumhurbaşkanı olabilmek için büyük bir kulis çalışması başlatan Demirel’in, iç politika beklentilerinin etkin olduğu da gözleniyor. Hatta bu etkinlik, Çankaya protokolünde Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın masadaki yerinin unutulmasına kadar uzanan bir iç politika kulisi skandalını da barındırıyor. Ama cumhurbaşkanlığı savaşını ön cephe mücadelesi olarak yeni başladığını varsayarsak, bundan sonraki skandallar içinde bunun pek de bir kıymeti bulunacağına inanmıyorum.
Türkiye ile ABD arasındaki bu temaslar, Körfez Savaşı’ndan bu yana zaten varolan karşılıklı etkileşimin bir sonucu. Türkiye daha sonra Avrupa ile Amerika arasında tercihlerini ve kendi yolunu çokça arayan, ama Avrupa kapılarında kendine geçiş olanağı bulamayan bir ülke olarak kaldı. Türkiye içinde yaşadığı ‘Avrupalı mı olalım, Amerikalı mı?’ çatışmasında arada sıkıştı. Bunda Türkiye’nin içten yıpratılmasını sağlayan ayrılıkçı PKK terörü en etkili unsurdur. Ekonomik kaynaklarının yönelimi, askeri mekanizmaların iç politikadaki etkin kullanımı ve bunların siyasal İslam’ın yükselişiyle geldiği iç denge arayışları, tercihlerini yapmakta olan Türkiye’yi zorladı. Buna bir de Avrupa’nın Kürt kartını ezici ve Türkiye’yi yıkıcı anlamda kullanmaya kalkması eklenince, Amerikan politikalarının siyasetimizin belirleyeni durumuna geçmesi kendiliğinden oldu da bitti bile.
ABD’nin ‘Kürt’ tercihi
Amerika’nın Türkiye’ye bu politik ilişkiler içinde PKK terör örgütünün başı Abdullah Öcalan’ı vermesi, Türkiye ile Amerika arasındaki yaklaşımları doruğa çıkarttı. Avrupa’nın tersine (ve çoğu zaman karşısında) Öcalan kartı Amerika’nın baştan beri istemediği bir şeydi. Amerika bölgede kendisiyle tam uyumlu, düşmanı Saddam’la çatışan iki Kürt yerel lider Barzani ve Talabani’yi bulmuşken, Öcalan’ı ve PKK’yı hoş göremezdi zaten. Bu onun bölge politikalarını ve Kuzey Irak’ta oluşturduğu Kürt tampon devlet fikrini zedeleyecek bir noktaydı. Amerika Öcalan’ı Türkiye’ye vererek bu noktayı etkisizleştirdi. Abdullah Öcalan’ın kendi ifadesiyle Amerika, ‘Köylü ve Avrupacı’ bulduğu Öcalan’dan, Barzani ve Talabani’yi kurtardı. Öcalan, elbette ki bazı şartlar karşılığında Türkiye’ye teslim edildi.
Bu operasyonun her iki ülkenin gizli servisleri arasındaki ilişki düzeyini geliştirdiği muhakkaktır. Bunun yansımalarını her iki ülkenin gizli servislerinin Ortadoğu ve Kafkaslar da yürüteceği operasyonlarda bundan sonra gözlemek kimseyi şaşırtmamalıdır. İran’ın Türkiye’ye karşı takındığı tutumun arkasında, bu ilişki düzeyinin gelişmişliği yatmaktadır. İran, Türkiye’yi Amerikan gizli servislerinin desteğiyle kendi ülkesinde operasyonlar düzenlemekle suçlamaktadır.
Türkiye, Avrupa ile ilişkilerinde Helsinki’de ne yapacaktır? Bugünkü tabloda Avrupa’nın Helsinki’ye çağırdığı Türkiye, sadece yeni bir kavganın içine girmiş olacaktır. Avrupa’ya restleriyle hayır diyen Türkiye, yeniden ringe çekilmektedir. Helsinki’den sonra Avrupa’nın yumruklarını burnumuzun üstünde hissetmeye başlayacağız. Tam üyelik ise daha üzerinde çokça konuşacağımız bir hayaldir.
Sonuç, Türkiye’nin bütün bu ilişkiler zinciri içinde yapması gereken şeylerin olduğunu göstermektedir. Bunları ekonomisini, cumhuriyetini güçlendirmek olarak tanımlayabiliriz. Cumhuriyet insan hakları ve demokratik düzenleme konusunda, hukuk reformuyla güçlendirilmelidir. Mafyasız, talansız, üretime dayalı bir ekonomik sistemde Türkiye bağımsız, özgür ve büyük olmayı başarabilir. Önümüzdeki stratejik kapıları görmez veya hatalı değerlendirmelerle kapatırsak yaşam bizim için zor geçecektir.
Bu büyük paylaşım oyununda Türkiye’yi yönetenlerin küçük kaygılarının aşılması gerekiyor. Büyük devletlerin yeni oyunları Türkiye üzerinedir. Dünya, Türkiye üzerinden şekillenecek. Bunu Clinton söyleyince duyuyor gibi davranan, ya da böyle olduğunu sanan yöneticilerle Türkiye bir yere varabilir mi? Avrupa ile Amerika arasındaki bu kavgada Çin dahil her kozu sonuna kadar değerlendiremeyen, gücünü göremeyen bir Türkiye yönetimi Amerikan senaryolarının, olmazsa Avrupa’nın oyuncağı olarak kalacaktır.
Ekonomik olarak büyük devletlerle karşı karşıya kalan Türkiye, bağımsız ve özgür kalabilmek için büyük düşleri korkusuz görebilmeli ve gerçekleştirmek için ekonomisini bir an önce düzeltmeli. Bunun için Türkiye’nin temiz yönetiminin acilen sağlanması gerekiyor. Türkiye’yi yönetenler, bugünlerden daha iyi günlerin kendiliğinden geleceğine inanıyorlarsa, istifa etsinler daha büyük vatanperverlik yapmış olurlar.