22 Mayıs 2001
Televizyonlarda yaşanan en önemli sorun, yasaya karşı hile yoluyla ortaya çıkan sahiplik ya da doğru tanımlamayla “sahipsizlik” konusudur. Çünkü bugünkü uygulamada televizyon sahiplerinden hiçbiri bu benim malım diyemiyor. Diyene ceza vermek gerek. Çünkü eski yasa bir tepki düzenlemesi olarak düşünülmüş ve kabul edilmiş.
Televizyon sahipliği konusunda yeni yasal düzenleme TBMM Genel Kurulu’nda ele alınacak. Umarım geçer. Çünkü yasaya karşı hile yoluyla ya da bugünkü düzenlemenin getirdiği sınırlamalarla, medyanın bu etkin aracı, karanlık ellere teslim ediliyor. Sahiplik müessesi tartışmalı, hatta yalan üzerine kurulu. Bu çarpık zeminde, istediğiniz kadar doğru durmaya çalışın ne çare…
Şimdi yeni düzenleme karşısında panikte olan çevreler var. Bunlar daha çok İslamcı medyanın içinde kendilerine yer bulan küçük bir madrabaz topluluğu. Durumu içlerine sindirebiliyorlar. Rahatlar. Sermayelerinin kaynağı belli değil, sahip belli değil, paraların nerelere harcandığı belli değil. Bu kara tablo onları rahatsız etmiyor. Doğruları bile yalan ile sunmak gibi bir hastalığın pençesindeler. İnanılmaz bir çarpıtma, yalan ve kara haber kültürleri var. Takiye ile yetiştiklerinden, dönek olmakla övündüklerinden yalan yaşamlarının parçası olmuş. Çoğu da sonradan bu yapıya monte olmuşlar.
Peki ama biz, biz neyin kavgasından kaçıyoruz? Bizim gocunacak hiçbir şeyimiz yok. Ben çalıştığım televizyonun patronunun belli olmasını istiyorum. O yüzden bu yasayı destekliyorum. Yasanın getirdiği cezai sorumluluktan patronlar da nasibini alsın ki, onlar da hakaret, sövme, yalan haber durumunda sorumlu olsun. Hesap versin. Kalitesizlik konusunda sorumlu tutulsun. Televizyon dünyasının rezaletleri patronları da sokağa çıktığında adım adım takip etsin. Onlar da yapılanın sorumluluğunu paylaşsın. Patronlar belli olsun, çalışan kime muhatap olacağını bilsin. Vatandaş karşısında kimin olduğunu görsün. Yeni düzenleme bunları sağlıyor.
Şimdiki düzende karanlıkta göz kırparak işlerini güzel güzel yürütenlere ışıkları çevirelim. Bakalım kim, kimin maskesiyle sahnede. Yeni yasal düzenlemenin çıkmasını en çok oyuncuların ve oyunun gerçeklerini ortaya çıkartacağı için istiyorum…
Swissşşşııışşşştttttt… Kimseler duymasın…
Swissotel baskınını unuttuk gitti. Biz çabuk unuturuz zaten. Gerçi bu olayın hatırlanacak iyi bir tarafı da yok. Ama unutulmayacak tarafları da çok. Unutulmaması gerekenleri unutunca, aynısını tekrar yaşamak zorunda kalıyoruz. İşte size baskını planlayan ve gerçekleştiren Muhammed Emin Tokcan’ın ifadesinden iki bölümcük, ilişkiler ve kaynaklar açısından:
“Avrasya feribotunu kaçırma eyleminden önce ticaretle uğraştığımızdan dolayı para sıkıntımız yoktu. Bu olaydan dolayı cezaevine girdiğimde ise Çeçen dernekleri bana para yardımında bulunuyorlardı. Cezaevinden firar ettiğim dönemlerde ise Düzceli olan ve Kafkas kökenli olduğunu bildiğim Ferda Seven bana maddi yardımlarda bulundu, toplam 30.000 Amerikan doları civarında para verdiğini biliyordum. Yakalanarak tekrar cezaevine girdikten sonra Sedat Peker’in adamlarıyla aynı cezaevinde kalıyordum. Sedat Peker bana bazen para yardımında bulunuyordu. O da Kafkas kökenli olup Dağıstanlı olduğunu biliyorum. Bir kez sıkıştığımdan dolayı para istemiştim, o da hatırladığım kadarıyla bir milyar civarında para gönderdi. Sedat Peker ile cezaevine girmeden önce bir ilişkim yoktu, tanışmıyordum. Cezaevinden çıktıktan sonra Sedat Peker bana 10.000 DM göndermişti. Bununla geçiniyordum. Devamlı bir gelirimizin olması için kum ocağı almak istedim alamadım. İstanbul’da çay bahçesi açmak istedim, sermayem olmadığı için onu da açamadım.”
Bir de olay anında yaşanan pazarlıklar var ki inanılmaz:
“Bu arada Emin Taş içeri girdi ve Kazım Abanoz’a otel müdürü olan Albert Hoffman’ın Çeçenistan’a iki milyon dolar para yardımında bulunmak istediğini, kendisinin de Kafkas Vakfı’na bu yardımı yapabileceğini söylediğini, konunun kanuni boyutunu öğrenmek istediğini söyledi. Emniyet Müdürü de Albert Hoffman ile yaptığı görüşmede, Kafkas Vakfı’nın kanuni yollarla kurulan legal bir vakıf olduğunu, isteyen istediği ölçüde yardım edebileceğini, bunun kanunen bir mahzurunun olmadığını söyledi. Bu arada Kafkas Vakfı Başkanı Mehdi Çetinbaş otele iki kez geldi, her ikisinde de eylemin yanlış olduğunu ve vazgeçmemizi anlattı.”
Sonuç malum da, 2 milyon dolar, nasıl gönderildi, şimdi onu merak ediyorum.