10.06.2000
Ankara Emniyet Müdürü İskender ve İçişleri Bakanı Tantan, Umut Operasyonu’nda neden oldukları kafa karışıklığını bir an önce gidermeli. Operasyon, senaryolara kurban edilmesin
Tuncay ÖZKAN
Siz hiç “Allah’ım aklımı koru, bana düşünce açıklığı ver” diye dua eder misiniz? Ben ederim. Hem de son 15 yıldır. Bu duayı ilk kez Mamak sıkıyönetim yargılamaları sırasında tanıdığım, daha sonra DGM yargıçlığı da yapan Ekrem Çelenk’ten duymuştum. Duruşma salonunda saatler süren sorgular sırasında bunalınca böyle bağırarak dua ederdi. Sonra benim de dilimden düşmez oldu. Umut Operasyonu’yla ilgili
olarak yazılanı, çizileni okudukça, yetkililerle konuştukça, uzmanlarıyla değerlendirme yaptıkça bu duayı mırıldanıp duruyorum.
Ankara Emniyet Müdürü Kemal İskender’in, ‘talihsiz’ açıklamasına ilişkin yorumlar hep aynı: Umut Operasyonu fos çıktı. Neden ‘fos’ çıksın? Kim söylüyor ‘fos’ çıktığını? Kendi yazdığı veya söylenen yalanlara inanan medya mensupları ile bunları üreten bürokratlar. Niye yapıyorlar? İhtirasları kifayetsizliklerini aşıyor. Doğru aramayı, günü kurtarmakla eş tutuyorlar. Gerçeğin ortaya çıkmasından da korkuyorlar. Umut Operasyonu’nun nasıl başladığını hatırlayalım.
Başlangıç ve gerçekler
6 Mayıs’ta yapıldığı açıklanan operasyonun tarihinin eskiye dayandığını biliyoruz. İstanbul polisi 6 Mayıs’ta Hizbullah/Tevhid grubuna yönelik gözaltılar yapıyor. Alınan kişiler Bekir ve Meryem oğlu, Ürgüp 59 doğumlu Mehmet Şahin, Abdullah-Zeynep oğlu Kuşça doğumlu Mehmet Ali Tekin, Tahir-Şaziye oğlu Orta 63 doğumlu Talip Özçelik, Hasan-Şems oğlu Kızıltepe 68 doğumlu Abdülhamit Çelik, Salih-Hanife oğlu Bafra 60 doğumlu Muzaffer Dağdeviren, Nureddin-Ayşe oğlu Artova 59 doğumlu Hasan Kılıç, Mustafa-Emine oğlu 57 Tutuş doğumlu Yusuf Karakuş, Mesut-Şahide oğlu 66 Doğubeyazıt doğumlu Fatih Aydın. Karakuş, Dağdeviren ve Aydın, itirafçı olmak istediklerini söylüyor ve anlatmaya başlıyorlar. Operasyonun kayıtları ve resmi açıklaması şöyle:
– 1991-1993 arasında Hizbullah örgütü Tevhid Grubu içerisinde faaliyet gösterdiklerini, Mehmet Şahin, Mehmet Ali Tekin ve Hasan Kılıç’ın telkinleri ile İran’a giderek burada siyasi ve askeri eğitim aldıklarını,
– 26.12.1992’de Kılıç ve Şahin’in talimatları ile İran devrimi karşıtı Halkın Mücahitleri örgütü mensubu Abbas Golizade’nin Karakuş, Çelik, Dağdeviren ve Aydın tarafından Kadıköy/Erenköy’den kaçırılması ve (2) İranlı şahsa teslim edilmesini,
– 24.01.1993’te Kılıç ve Şahin’in talimatları ile Karakuş, Çelik ve kimlikleri tespit edilemeyen (2) İranlı şahıs tarafından gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun aracına bomba konularak öldürülmesini,
– 10.09.1994’te Hizbullah örgütü Menzil grubu lideri Fidan Güngör ve arkadaşı Sebahattin Talayhan’ın Karakuş ile halen cezaevinde bulunan Veysi Tali, Burhan Aslan ve Murat Filiz isimli şahıslar tarafından kaçırılması, Sebahattin Talayhan’ın boğularak öldürülmesi ve Fidan Güngör’ün Batman’dan gelen örgüt mensuplarına teslim edilmesi eylemlerini gerçekleştirdikleri.
– Jak Kamhi ve Aziz Nesin’e yönelik suikast planları yaptıklarını beyan etmişlerdir.
Kocaeli-İzmit-Servetiye nüfusuna kayıtlı, Hasan-Emine oğlu 36 Servetiye doğumlu Arif Tarı isimli şahıs da Kocaeli ilinde yakalanarak ilimize getirilmiştir.”
Operasyonun başlaması: 17 Ocak’ta polis, Hizbullah’in liderlerinden Hüseyin Velioğlu’nu ölü ele geçirince, evdeki belgelerden birinde Karakuş’un Mumcu suikastına katıldığını anlattığı bir mektup bulundu. Mektup üzerine yapılan operasyonlarda gelinen nokta Ankara’da bulunan cephaneler ve inanılmaz güçte köktenci İslami terör örgütü. Tüm soruşturma safhalarında savcı ve polis birlikte. İlk kez İstanbul ve Ankara polisi arasında hiçbir sorun olmadan karşılıklı bilgi alışverişi sağlandığı belirtiliyor.
Öyleyse Ankara Emniyet Müdürü İskender’in önceki gün Ankara yerine nedense Bakü’de İçişleri Bakanı Tantan’ın refakatindeyken söylediği, “Karakuş sadece gevezenin biri. Çelik ile onun olayla alakası yok, katil onlar değil” sözleri ne anlama geliyor? Polisler ve İçişleri bakanları karmaşaları aydınlatır, toz bulutlarını dağıtır diye bilirdik. Şimdikiler bulmaca çözdürmeye, ortalığı karıştırmaya meraklı. Ya da devlet içinde grupların çatışmasında boyut öyle büyüdü ki, bunlar dışa yansımaları. Önce ak deyip, sonra her şeyi birbirine karıştırıyorlar.
İskender doğru söylüyor, ama bu neyi değiştirir? Karakuş konuştuğu için bunca adam yakalanmadı mı? Geveze diye nitelenen Karakuş’un adını verdiklerinin anlatımları sonucunda Ferhan Özmen, Necdet Yüksel, Yavuz Demir ve Feride Özmen’e ulaşılmadı mı? Savcı hazırlık soruşturması sonucunda bu kişilerin tutuklanmasını istemedi mi? Bu kişiler savcının isteğiyle mahkemede tutuklanmadı mı? Ankara’yı havaya uçuracak kadar büyük cephanelik bu sanıkların değil mi? Yakalanacaklarını anlayınca onlar götürüp araziye bırakmadılar mı? Her şey yalan da, bunlar nasıl gerçek?
Ankara Emniyeti’nin söyledikleri doğru da İstanbul’unkiler yalan mı? Karakuş’u sorgulayan İstanbul polisi bu senaryoyu nereden çıkardı? Onca insanı nasıl gözaltına aldı. Ankara ve DGM savcılığı buna nasıl gözyumdu? Ferhan Özmen’i de İstanbul polisi yakalayıp sorgulamadan Ankara’ya teslim etti. Neden? Özmen’in adını veren sanık İstanbul’da konuşmadı. Ankara’da konuştu. Nasıl? İstanbul’da elde edilen bilgiler olmasaydı İskender’in belirttiği 19 faili meçhul aydınlanır mıydı? Bu senaryo ise yazar kim? Türk polisi mi? İçişleri mı? Hükümet mi? Devlet mi? CIA mı? Mossad mı? KGB mi?
Uluslararası boyut ve korkular
İskender ve Tantan çıkıp ne demek istediklerini anlatsınlar, gerçeği öğrenelim. Karakuş ve Çelik örgüt üyesi idiler ve suikastın planlayıcıları arasında oldukları savlanıyordu. Karakuş’un da, Çelik’in de yer gösterme dahil bütün ifadelerinde dile getirdiği bunlardı. İskender neye dayanıp bu kişileri önce ‘katil’ sonra da ‘suçsuz’ ilan etti?
Bu ülkede fezleke, bilgi notu, gizli not, ifade tutanağı, yer gösterme tutanağı, tespit tutanağı, savcılık dosyası, hazırlık evrakı gibi belgelere bakılmaz mı? Umut Operasyonu’nu serbest atış alanı haline dönüştüren haber kaynaklarına ve ‘umut’u umutsuzluğa ve karanlığa mahkûm etmek isteyenlere başaramayacaklarını belirtmek isterim.
Bu dava uluslararası boyut almıştır. Belki de içte yaşanan panik bundandır. Bu kanlı suikastların derinlerdeki patronlarının açığa çıkma korkusu mudur acaba bu işlerle ilgili sürekli yanlış ve yanlı bilgi üretmek? Olayın arkasının açığa çıkması böyle korku yaratıyorsa, düşünün bir açığa çıktığında neler yaşanır. MGK, 30 Mayıs’ta toplandı. En önemli gündem maddesi Cumhurbaşkanı Sezer’in İran’a gidip gitmeyeceği konusundaki karardı. Kurul Umut Operasyonu dahil İran ve Türkiye’deki terör bağlantılarını masaya yatırdı. Sonuçta İran’a gitmeme kararı çıktı.
Bazı çevrelerde, kurulun, senaryolara göre sonuç bildirgesinde yer alan, “Yapılan değerlendirmeler sonunda; güvenlik güçleri ve DGM savcılarının başarılı çalışmaları sonunda geçmişte işlenen pek çok faili meçhul cinayetin faillerinin ortaya çıkarıldığı, ülke çapında güvenliğin sürekli hale geldiği memnuniyetle müşahade edilmiştir. Bu çerçevede; yasadışı terör örgütleri ile organize suç örgütlerine karşı başarıyla yürütülen mücadelenin aynı kararlılıkla sürdürülmesi, demokratik, laik ve sosyal hukuk düzenine, halkımızın huzur ve güvenliğine yönelik oluşumlara karşı zamanında etkin tedbirlerin alınmasının gereği vurgulanmıştır” açıklanmasını farklı değerlendiriyor. Açıklamadaki sözler mücadele kararlılığını gösteriyor. Oysa bazıları kurulun artık daha derine inmeyin, sağ olun demek istediği yorumunu yapıyor. Bildirinin bununla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Daha başlamayan davanın mücadelesi biter mi? Daha iddianame bile yok ortada. Savcı susuyor, her kafadan bir ses çıkıyor. Savcı konuşmadan herkesin sözü boş. Mumcu iddianamesinin pek çok karanlık noktayı aydınlatacağına inancımı koruyorum. İddianame ve Umut Operasyonu bize bilmediğimiz o kadar çok şeyi anlatacak ki şaşıracakların sayısı bir hayli fazla olacak.
İddia karşısında savunma hakkının kutsallığına hep inandım. Savunma iddiadan daha kutsal bir haktır. Bütün sanıkların ve zanlıların savunma haklarını sonuna kadar kullanmaları sağlanmalıdır. Ama hiç kimse gerçeğin ortaya çıkmasına engel olacak yollara başvuramaz. Gerçeğin üzerini örterek, göz boyayarak veya yanıltarak sonuç almaya yönelemez. Adalet işte bunun için vardır. Gözleri bağlı adalet heykelinin elindeki kılıçtan terazinin kefeleri bu yüzden kutsaldır.