02.12.2000
Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulu Başkanı Zekeriya Temizel aynı görüşte: Ekonomik programa inanıyoruz, umutluyuz ve doğru yoldayız…
Tuncay ÖZKAN
Ekonomide yaşanan kriz aşılıyor. Merkez Bankası rezervlerinin durumu, IMF’nin desteği ve vereceği para rahatlamanın ilk belirtileri. Peki ama bu duruma ne yol açtı? Bu konuda kriz yönetiminin üç önemli bürokratından ikisi Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulu Başkanı Zekeriya Temizel’in yorumlarını aldım. Öncelikle her ikisi de kriz ortamının aşıldığını söylüyor.
Ekonominin iki tepesi de hemen hemen aynı görüşteler: “Ekonomik programa inanıyoruz, umutluyuz ve doğru yoldayız.”
Erçel: Stres testinden geçtik
Ama olayın tahlili, en az kendisi kadar önemli gözüküyor. Gazi Erçel çok önemli gördüğüm şu değerlendirmeleri yaptı bana: “Globalleşmenin çok yararı var. Ama biz ilk kez karanlık yüzüyle karşı karşıya geldik. Kâr amaçlı veya başka bir noktadan hareket eden bir grubun baskısı var. Şimdi global bir düzen içinde parayı kim topluyor diye bana sormanın da bir anlamı kalmadı. Alıcı kişi parayı pek çok kaynağı devreye sokarak toplayabiliyor. Ben ne yapsam de ona ulaşmakta zorluklarım var. Burada önemli olan onların ne yaptıkları kadar, benim nasıl karşılık verdiğimdir. Biz kale gibi durduk. Bu çok önemli ve onları savuşturduk. Çok daha iyiye gideceğiz.
Şunu gördük; biz diyorduk ki, ekonomik politikaların güçlü olması lazım, siyasi politikaların güçlü olması lazım, bankacılık yapısının güçlü olması lazım. Kısacası her alanda istikrar, güven ve gücün önemli olduğunu dile getiriyorduk. Burada bir kere daha gördük ki büyümek ve kazanmak için güçlü olmak çok önemli. Bu tür durumları karşılayabilmek için güçlü olmak çok önemli. Türkiye mutlaka istikrar ve yapısal gücünü artırarak sürdürmelidir. Türkiye güçlü olmak zorunda.
Ekonomik politikaları uygularken, hele istikrar programı uygulanırken böyle durumlarla karşı karşıya kalınmasına ‘stres testi’ diyorlar. Biz bu testten geçtik. İstikrar programımızdan, IMF ile üzerinde mutabık kalınan programdan taviz vermedik, verilmeyecek. Ben önümdeki ekranda döviz girişine şimdiye kadar hiç bakmamıştım. Şimdi bakıyorum. Giderek büyük bir düzelme var. (Cuma günü akşamı 230 milyon dolarlık bir döviz girişi sağlandı). Rezervlerimiz çok iyi durumda. Biz bu stres testini çok iyi geçtik. Bundan sonrasında böyle durumlar için de hazırlıklıyız artık. İlk gün tam 1.5 milyar dolarlık bir baskıya karşı dayandık. Bu bizim gücümüz. Şimdi bu durum herkese eski alışkanlıklarla yaşanılamayacağını, eski alışkanlıkların terk edilmesi gerektiğini gösterdi. Yenilenmek ve sağlam, güçlü yapılarla ayakta durmak gerekiyor. Bugün itibarıyla borsada yaşanan düşüş ile ve faizde yaşanan dalgalanmanın ekonomik verilerin iyi analiz edilememesinden kaynaklandığını düşünüyorum. O da bir iki noktadaki düzelmeyle birlikte normale inecektir. Kaldı ki borsa sabah güne çok iyi başlamıştı.”
Gazi Erçel’e bir stratejik senaryoyu da sordum. Piyasanın sürekli konuştuğu bu senaryoya göre Almanya ve Fransa, Türkiye’nin IMF politikalarının başarısızlığı için bazı bankalar aracılığıyla baskı yapıyordu. Erçel, “Ben buna inanmıyorum. Çünkü IMF’nin başında bir Alman var. Fransızlar IMF’nin en önemli destekçilerinden. Bunlar konuşulur” dedi. Erçel kendinden, uygulanan ekonomik politikalardan, gelecekten emin.
Temizel: Yabancı baskısı doğal
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulu Başkanı Zekeriya Temizel de gelecekten çok emin. Kriz yönetiminin bu önemli bürokratı sistemin kriz ortamını aşmakta olduğunu söylüyor. Temizel’e göre döviz ve faiz dengesinde yaşananlar özellikle Türk Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili kararın ardından aşılacak ve yaşanan sıkıntılar giderilecek. Bankacılık sektöründe ise çok önemli ve olumlu gelişmelerin önümüzdeki günlerde gözleneceğini söylüyor Temizel. Hem mevcut bankaların yabancı ve yerli ortaklıklar yoluyla güçlendirilmesi, hem de sektörün yeniden düzenlenmesi aşamasında gerçekleştirilenleri çok önemli bulduğunu aktarıyor. O da Fransa ve Almanya kaynaklı bir dış operasyon söylentisini ciddi bulmuyor.
Temizel’e göre sistemin yaşadığı sıkıntı içinde yabancı baskısı doğal. Çünkü bu zaten eskiden beri yapılan bir şey. Temizel şöyle diyor: “Bizim ‘Haydut fonlar’ dediğimiz ülkeden ülkeye taşınan fonlar var. Bunların içerde destekçileri de var. Onlar şimdi gitmiş gibi gözüküyor. Ama tekrar geliyorlar. Bunun örneklerini dünyada çok görüyoruz. Burada
önemli olan bunlara karşı hazırlıklı ve sağlam ekonomik yapıları kurmak. Bizim yapmaya çalıştığımız şey budur. Bunu başaracağız. Göreve geldiğimiz günden bu yana çalışmalarımız buna dönük. Bankacılık sektöründeki düzenlemeler bittiğinde Türkiye bu sorunlara karşı çok daha dayanıklı ve güçlü olarak çıkabilecek. Bunu başaracağız.”
Bu iki bürokrata bir de Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp’i de eklersek, üçlü kriz yönetimini bu olay sırasında çok gayretli ve çalışkan bulduğumu belirtmeliyim. Bu bürokratlardan bazılarının koltuklarını yitirmesi için çabalayanlar, ‘istifa’ baskısı yapanlar var. Bunun arrdında siyasi hesaplar bulunuyor.
Oral: Genel göstergeler iyi
Maliye Bakanı Sümer Oral ile de Meclis’te kendi bütçesiyle ilgili görüşmelere ara verdiği bir sırada konuştum. Oral, Hazine yetkilileriyle birlikteydi. Ekonominin gidişinin genel göstergeler açısından iyi olduğunu söyledi. Hazine yetkililerine sordu ve Merkez Bankası’nın döviz girişindeki artışın olumluluk göstergesi olduğunu aktardı. Ayrıca şimdi bir sorun gibi gözüken faizlerin yükselmesinin de alınacak tedbirlerle düşmesini beklediklerini söyledi. Ayrıca orman arazilerinin vurgunuyla ilgili olarak Orman Bakanlığı’nın kendilerine gönderdiği bütün dosyaların, hatta mahkemelerde kaybedilen dosyalar dahil olmak üzere hepsi için yeniden mahkemelere Hazine adına dava açtıklarını da söyledi.
Piyasalarda Hazine yönetiminin eleştirildiği bir nokta var ki değinmeden geçmek istemiyorum. Bir banka devlet tahvili portföyünün neredeyse yüzde 10’u kadarını toplamış. Şimdi bu elinde kaldı. Ve ekonomik sıkıntının nedenlerinden biri haline geldi. Bu tahviller toplanırken, ‘Ne yapıyorsun?’ demeyince, hatta sevinince sorun başlıyor. Çünkü şimdi bundan kaynaklanan sıkıntıyı giderme görevi yine Hazine’ye düşüyor. Hazine ve
ekonomi yönetiminin de bu noktada daha işin başındayken duyarlı davranmaları piyasalar için önemli. Ayrıca bankacılık üst kurulunun düzenleme dışında Merkez Bankası’ndan devralacağı bazı kurumlar aracılığıyla sisteme müdahale yetkisinin bulunması da uzmanlarca isteniyor. Çünkü sistemin sıkıntılı anlarında kurulun müdahale yetkisi hiç bulunmuyor. Bu konuda elinde bir enstrüman da yok zaten. Bu eksikliğin giderilmesi sistemin bundan sonra karşılaşabileceği sorunların çözümünde etkili olacaktır.
Hükümet olaylar karşısında bürokratlar olmasa, varla yok arasında bir yerde duruyor.
Ekonomik gidişle ilgili düzenleme ve düzeltme yeteneğini elinde bulunduran hükümetin, olaylar karşısında daha etkin tavır alması, sorumluluğu gereği. Bu konuda hükümet daha atak olmak durumunda. Bu başarılabilseydi, kriz çıktığı gün daha iyi yol alınabilirdi.
Devlet artık tercihini yapmalı
Türkiye dün ekonomi dünyasındaki sıkıntılı gelişmeler ve işçi eylemlerini birlikte yaşadı. İşçi batan bankalar ve yolsuzluklar yoluyla çalınan emeğinin, göz nurunun, namuslu işadamı dişiyle tırnağıyla ürettiğinin bir gecede faizlerle eriyip gitmesinin kızgınlığını yaşıyor. Devlet aç ve zorda bıraktığı memuruna, işçisine, namuslu işadamı ve tüccarına artık ben sizin yanınızdayım demelidir.
Çünkü bu büyük kaynaklar ülkeyi sırtında taşıyor. Bugünkü ekonomik sallantıyı yaratanlar bu güçler değil. Onlar bugünkü açmazın içinden çıkılmasını sağlayanlar. Çünkü vergiyi onlar veriyor, üretimi onlar yapıyor. Devlet 10 banka batıran hortumcunun değil, 10 milyon çalışanın yanında olduğunu göstermeli. Devlet üretim için yatırım yapan, rantiye değil emek diyen işadamına yalnız olmadığını, yanında olduğunu kanıtlamalı. Devlet memuruna artık çalmana, çırpmana, ‘işini bilmene’ gerek yok, ben senin durumunu çok iyi biliyorum; senin karnını ben doyuracağım, onurunu ayakta tutacağım demelidir. Bunu diyecek ekonomik sistemi kurmalıdır. Bugünkü sıkıntı ve sarsıntıların böyle bir ekonomik sistemi yaratması gerekiyor.
Namuslu ve üretken güçleri elde keklik sayıp, hırsız ve arsız besleyenlerin, bunları yükselen değer yapanların durumu açıkça ortada. Bugünlerde işçinin, memurun, namuslu işadamının sesi hırsızınkinden daha gür çıkıyor. Bunu duyabilmek için artık kulağa bile gerek yok. Sokağa bakmak, ekmek fırınına gitmek, bakkala uğramak yetiyor. Hükümet bunun farkında mı acaba?