26 Kasım 2001
İstanbul’da siyasal İslamcı gruplar arasında inanılmaz bir kavga yaşanıyor. Kavganın nedeni DGM tarafından sürdürülen Albayrak, İGDAŞ ve diğer belediye soruşturmaları. Bu soruşturmalar sırasında belediye çalışanlarından bazıları Recep Tayyip Erdoğan dönemine ilişkin yolsuzluklar konusunda çok önemli açıklamalarda bulundu. Bunların bir kısım itirafları da kameralarla saptandı. Ve bu nedenle 1994 yılından bu yana İstanbul Belediye Meclisi’nde siyasal İslamcı partiler ilk kez çoğunluklarını kaybettiler.
Belediye Meclisi’nin toplantısı sırasında Başkan Ali Müfit Gürtuna toplantı salonuna gecikmeli olarak geldi. Bu sırada geçmiş dönemlerde Refah ve Fazilet partilerinin sözcülüğünü yapan ama şimdi Tayyip Erdoğan ile birlikte olan Hüseyin Evliyaoğlu seyyar mikrofonu eline alarak, Gürtuna aleyhine konuşmaya başladı. Konuşmada özellikle Tayyip Erdoğan’ı suçlayan açıklamalar yapan belediye çalışanlarını hatırlatan Evliyaoğlu, Gürtuna’nın Genel Sekreter Yardımcısı Kadir Kuş’un görevden alınmamasını eleştirdi. Kuş itiraflarıyla belediyedeki yolsuzluk çarkını detaylı olarak anlatmıştı. Evliyaoğlu’nun konuşması salonda buz etkisi yaptı. Konuşma biter bitmez de AKP’liler toplu halde oturumu terk ettiler. “Bu mecliste bulunmayız” dediler.
O günden sonra da bir daha oturumlara katılmadılar. Ama Saadet Partili meclis üyeleri yerlerinde kaldılar. Yolsuzluk suçlamaları siyasal İslamcı kanadı böldü. Saadet Partililer, AKP’nin suçladığı ve dışladığı belediye çalışanları ile Ali Müfit Gürtuna’ya destek verdiler. Böylece 1994 yılından bu yana siyasal İslamcı belediye kadrolarında ilk kez bir bölünme yaşandı.
Belediye Meclisi’nde AKP’lilerin oturuma katılmaması nedeniyle 8 yıl sonra ilk kez siyasal İslamcı belediye başkanları dönemine ilişkin bir yolsuzluk soruşturması önergesi de kabul edildi. Önerge ANAP, DSP CHP ve DYP’li meclis üyelerinin oyuyla yürürlüğe konuldu.
KKTC Denktaş cumhuriyeti mi, yoksa halkı var mıdır?
Kıbrıs Türkiye için vazgeçilmezdir. Stratejik önemi, psikolojik değerleri nedeniyle Kıbrıs konusu bir ulusal davadır. Ne Amerika istediği için bu davadan vazgeçilmiştir, ne de AB istiyor diye vazgeçilir. Direnilmiştir direnilecektir.
Bu madalyonun bir yüzü. Bir de ikinci yüzü var tabii. Kıbrıs yıllardır tek adama dayalı Türkiye politikaları nedeniyle Rauf Denktaş ve adamları tarafından bir kurtarılmış ada, kurtarılmış bölge olarak dilenildiğince hoyrat kullanılmıştır. Adanın Türk tarafı hatalı yönetim, yanlış ekonomik politikalar ve siyasi kararlar yüzünden çöl, Rum tarafı bir vaha görünümündedir. Bu yanlışlığın ve hataların bedeli, faturası sürekli olarak Kıbrıs Türkü’ne ve Kıbrıs Türk’ü tarafından da Türkiye’ye çıkartılmış, ama Denktaş hesap vermemiştir. Bu nedenle de Kıbrıs Türk’ü, yaşamını borçlu olduğu Türkiye’ye karşı kinlenmiş durumda. Adayı atanmış ve Türkiye baskısıyla zorla seçilmiş bir kral gibi yöneten Rauf Denktaş ne yazık ki bunalım ve kaos politikalarını, kendi kurutuluşu noktasında iyi kullanmaktadır. Rum yönetimi de bundan yararlanmayı iyi biliyor.
Sorunun çözümünü üstlenecek başka kimse yokmuş gibi, Denktaş ve etrafındakiler dışında herkes adayı Rumlara ya da başkalarına satacakmış havası yaratılıyor. Oysa bu doğru değil. Denktaş ve adamlarından kurtulan bir Kıbrıs büyüyüp gelişebilir. Çünkü bu tortu adayı çok başka ve büyük bölümü karanlık olan ilişkiler ağına sokmuş durumda. Yolsuzluk ekonomisinin KKTC’de (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) açtığı yaralar onarılamaz boyutta.
Eğer KKTC bir devlet ise, Denktaş cumhuriyeti değil ise, halkı ve yönetim yapısı var ise bırakın Kıbrıs’ta başkalarının da sözleri duyulsun ve dinlensin. Eğer adada bir kan değişimi sağlanmaz, yönetim yenilenmez, Türkiye kendisini doğru düzgün anlatamaz ise, biz istesek de istemesek de ada Türk halkı zaten bizden vazgeçecek. Bu kimin işine yarar sizce?