05.08.1999
Büyük fırsatlar ve tuzaklar arasında salınan Türkiye, global ekonomiye ayak uydurmak zorunda. Ancak rüşvet ve iltimas ağını yıkmadan uluslararası tahkim konusunda doğru bir tavır almak güç
Tuncay ÖZKAN
Türkiye sorunlarının çözümü noktasında çok önemli fırsatları ve tuzakları beraber yakaladığı bir dönemin içinde. Önümüzdeki yüzyılın şekillenmesi gerçekleşirken yapmamız gereken, sorunların üstüne cesur ve sağlamcı bir biçimde yürüyebilmektedir. Türkiye’nin önünde bulunan sorunları insan hakları ihlallerinin giderilmesi ve demokratikleşme, Kürt sorunu ve ekonomik kalkınmada yeni hamleler olarak sıralamak mümkündür sanıyorum. Yapmamız gereken, bu sorunları aşma kararlılığımızı halka ve uluslararası kamuoyuna anlatmaktır.
Kilit ülkelerle ilişkiler
Amerika, Avrupa ve Çin arasında yaşanan büyük paylaşım mücadelesinde Türkiye 2000’li yıllarda dünyanın önemli bir gücü olma şansını elinde tutuyor. Burada Kafkas ve Ortadoğu enerji yataklarına, Balkanlar’daki kültürel ve etnik oluşumlara yakınlık ve buralarla tarihi bağ önümüzü açmakta. Washington’ın Türkiye’den vazgeçmesi mümkün gözükmemektedir. Ancak bu Türkiye’nin çıkarına mıdır? Bu uluslararası dengeler içinde Türkiye, Avrupa ve Çin kartlarını da çok iyi kullanmak zorundadır. Almanya ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa cephesi de Türkiye’yi eninde sonunda arasına kabullenmek zorunda kalacaktır.
Yeni yüzyılın Avrupa Birliği’ni sadece bir Hıristiyan kulüp olarak kabullenmesi imkânsızdır. Amerika ile Türkiye arasında yaşanmakta olan yeni süreçler Avrupa’nın Türkiye’ye karşı yumuşamasını ve yeni adımlar atmasını da gündeme getirecektir. Türkiye’nin bu iki gücü kullanırken halen savunma alanında yoğun temasta bulunduğu Çin ile ticaret hacmini genişletmesi ve ilişkilerini yoğunlaştırması yeni bir ufkun açılması anlamına gelecektir. Bu üç büyük güçle ilişkilerin ekonomik getiriler düzeyinde yüksek tutulması zor değildir. Ama bunun için açık yürekli olmak, cesur olmak ve akılcı kadrolarla yola çıkmak şarttır. Bunlar, Türkiye’nin uluslararası ilişkiler alanındaki ufukları. Bu ufukların ulaşılabilirliği için yapmamız gerekenler var. Bunların en başında insan hakları sorunlarımızı çözmek geliyor.
Aslında köhne Osmanlı İmparatorluğu sonrasında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 yıl önce önüne koyduğu ilkeler ve hedefler bugünkülerden farklı değil. Ama Cumhuriyet Devrimi’ne karşı oluşan cepheler, devrimin hızını ve hedeflerini ne yazık ki azaltmayı ve saptırmayı başardılar. Hedeflerdeki en önemli sapmalar ise insan hakları ve bireysel özgürlükler ile özgür düşüncenin gelişimi noktasında yaşanmıştır.
Bağımsızlık, özgürlük uygar devletler içinde yer alma, karma ekonomik sistem içinde gelişmiş bir ticari hayat Cumhuriyet’in temel ilkeleriydi. Bugün bu ölçütlerden sapmadan 75 yıl önceki devrimci ruhla 2000’li yıllara saldırmak gerekiyor. Bunu yapamaz ve yeni bir reformlar atağı başlatamazsak emin olun ki 2000’li yıllarda bu hedefler konusunda da büyük sıkıntılara düşeceğiz.
Birikim çarçur edildi
İnsan hakları konusunda özgür düşüncenin etrafına ördüğümüz duvarları yıkma zamanı geldi. Türkiye’de ifade özgürlüğü yaşanamadığı gibi cumhuriyeti koruma gibi içi boş kavramlar ve dogmalarla despotik önlemlere haklılık kazandırılmaya çalışılıyor. Bu da aslında en çok cumhuriyete zarar veriyor. Öncesine gitmeye gerek yok. Son 30 yılda mahkemelerde yıllarca yargılanmaktan kurtulabilen, hayatının bir döneminde cezaeviyle tanışmayan kaç aydınımız var? Sanat ve bilim adamlığı konusunda Türkiye’deki kadar sıkıntıların bir arada yaşandığı kaç ülke var?
Özgür düşünce etrafına örülen duvarlar en çok sosyal diktatörler olan radikal ve siyasal İslamcı çevrelerin işine yaradı. Ve onlar sağcı politikacılarla girdikleri oy pazarlıkları sonucunda yaratılan kararlılıklardan güçlenerek çıktılar. Okullardan felsefenin, sanat eğitiminin, fen bilimlerindeki akılcılık ilkesinin kaldırılması hep bu despotizmin sonucunda gerçekleşti. Şimdi bütün bunları düzeltebilme şansına sahip olmalıyız.
Bunun için bireyin özgür gelişimi önündeki engellerin hepsini derhal kaldırmalıyız. Yurttaşlık kavramını Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyet Devrimi’nin benimsediği Türkiyelilik ve vatandaşlık haklarına sahip çıkma anlamında yaşanır kılmalıyız. Bu bir kısa dönem hedefi haline getirilmelidir. Türkiye’de en önemli yatırım, insana dönük olanıdır. Bu büyük yatırımın ekonomik temellerini de kendi dinamizmimizle sağlayacağız.
İnsana yeterince yatırım yapabilmek için alınması gereken ilk önlemlerden biri, Hazine’nin soyulmasının engellenmesi başta olmak üzere uluslararası ekonomik atılımlardır. Bugün çokça tartışılır olan uluslararası ticari tahkim konusunda cesur olmalıyız. Bu noktada tahkim uygulamasının bir kapitülasyon olmadığına inanmıyorum. Ama buna karşı tezin de ‘Boğaz Köprüsü’ne karşı çıkan kafa’ söylemine dayandırılmasının yanlışlığını görüyorum. Boğaz Köprüsü’ne  karşı çıkan anlayışlar o zaman dinlenebilseydi bugün İstanbul daha yaşanılır bir yer olurdu. Tahkim karşıtlarının hassasiyetleri, Danıştay’ın incelemesi ve sonuçta Türk hukuk egemenliğinin tanınması noktasında düğümleniyor. Halen yürürlükteki mevzuat buna aykırı değil. Ancak 1995 yılında Anayasa Mahkemesi’nin yap-işlet-devret modeli ile verdiği iptal kararı bugün karşımıza uluslararası ticari tahkim, sorununu çıkarttı. Şimdi yapılması gereken, Danıştay görüşü ve sonuçta da ticaret mahkemelerinin onayı ile yürürlüğe girecek olan uluslararası ticari tahkim yani hakemlik müessesesini tanımak olmalıdır. Bugünkü gibi bir ticari yöntemi siyasallaştırarak Türkiye’ye bir şey kazandırmak mümkün değildir. Türkiye adli siyasi kurumları, kamu adına düzenleyici organlarını rüşvetsiz, iltimassız, baskısız iş yapar hale getirirse bugünkü eleştirilerden de, tartışmalardan da kurtulacaktır. Artık olayların uluslararası ekonomik boyutlarını görmeden bir siyasi mücadele yürütmek de, tavır koymak da mümkün değildir. Tahkim ve diğer konularda Türk solu cesur ama kendi içinde güvenlik sistemleri olan tezler üretmek zorundadır. Bunlar Türk solunun evrenselleşmesi noktasında önemli tezler olacaktır. Çin son 20 yılda yüzde 8’lik ortalamayla büyüme hızı gerçekleştirirken bizim kadar kapalı davransaydı şimdi süper bir güç olamazdı.
Öcalan’ı değerlendirmek
Türkiye dünya ekonomisindeki 16’ncı büyük ülkedir. Buna göre davranarak ilk 5 içine girmesi hayal değil, gerçekçi bir hedeftir. Bunu sağlayacak en önemli gelişmelerden biri, bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı Cezaevi’nden yaptığı silah bırakma çağrısıdır. Bu çağrının gerçekleşmesi için, yani Türkiye’de bölücü terörün silahlı unsurlarının silah bırakması için herkes elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Terörsüz bir Türkiye’nin önü açıktır. Bu kartı Türkiye’nin kaotik bir düzen içinde kalmasını isteyen güçlerin eline bırakmamak vatanseverliktir. Bu konuda Abdullah Öcalan dahil yararlanılacak kimler varsa yararlanılmalıdır. Çünkü terör Türkiye için kan demektir, gözyaşı demektir, huzursuzluk demektir ve en büyük ekonomik kara delik demektir. Bu kapatılabilirse, silaha giden paralar eğitime, sağlığa kaydırılabilirse Türkiye için çok önemli adımlar atılabilir.
Türkiye kendi büyüklüğünün önünde hayrete kapılmamalıdır. Cumhuriyet’in
75 yılda geldiği nokta gidilecek yerlerin en küçük birimidir. Yeter ki kendi kendimizden korkmayalım