18.05.2000
İçişleri Bakanı Tantan’ın sözlerini yorumlayınca şunu anlıyorum: Birileri siyasetteki, medyadaki bürokrasideki nüfuzlarını casusluk için kullanmışlar. Casusluk başka ülkelerin lehine gelişmiş
Tuncay ÖZKAN
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan çorap söküğü gibi birbiri ardı sıra çözülen geçmiş zaman suikastlarıyla ilgili olarak yaptıkları işi ve nereye gideceklerini anlatmak için diyor ki: “Nüfuz casusları var.”
Bir de gazetecilere yol gösteriyor: “Arşivlerinize bakın pek çok şeyi göreceksiniz.”
Sayın Tantan’ın bulmacasını çözmek ve ne dediğini anlamak için sözlerini kelime kelime tahlil ettim. Önce Türk Dil Kurumu’nun 1988 baskısı sözlüğüne baktım. Sözlük casus kelimesinin karşılığı olarak, “Bir devletin veya bir kimsenin sırlarını başkasının hesabına öğrenmeyi üstüne alan kimse” diyor. Eskiden Türkler ‘Çaşıt’ dermiş bu işi yapanlara. Casus sözcüğü Arapçadan dilimize geçmiş. Tantan bir de ‘nüfuz’ sözcüğünü kullanıyor. O da Arapça kökenli bir sözcük. Sözlüğe göre, “İçine geçme. Söz geçirme. Erk (birbirlerinin servetlerini, nüfuzlarını, rütbelerini, kabiliyetlerini bilirlerdi) 1. Bir şeyin içine geçmek, işlemek. 2. İnceliğine varmak, anlamak. 3. Etkili olmak… (Ecnebiler ona değil, o ecnebilere nüfuz ediyordu.) Nüfuz
için böyle diyor sözlük.
Bulgulara ulaşmış olmalı
Şimdi Sadettin Tantan’ın sözlerini yorumlayınca ben şunu anlıyorum. Birileri siyasetteki, bürokrasideki, medyadaki nüfuzlarını casusluk amacıyla kullanmışlar. Bu casusluk bir başka ülkenin lehine gelişmiş. Şimdi elimizdeki olayın Uğur Mumcu suikastıyla ilgili olarak yürütülmekte olan araştırma ve soruşturmalar sonucu ortaya çıkan yeni bulgular olduğunu kabul edersek, Tantan’ın ne demek istediğini daha iyi anlayabiliriz. Tantan nüfuzlarını kullanarak bir başka ülke için casusluk yapan kişilerle ilgili olarak bazı ilgi ve bulgulara ulaşmış olmalı ki, bunları dile getirebiliyor.
İçişleri Bakanı’nın bulguları Türkiye’de 1989 yılı ile 1999 yılları arasında işlenen pek çok faili meçhul cinayetin aydınlanmaması noktasında Türkiye’nin nasıl bir siyasi tabloyla karşı karşıya bulunduğunun en açık delilidir. Eğer Sadettin Tantan’ın dile getirdiği siyasi nüfuz casusluğu gerçek olmasaydı, bu suikastların aydınlanması bu kadar gecikmezdi ve rastlantısal operasyonlara bağlı olmazdı. Türkiye’de bir başka ülkenin veya rejim aleyhtarı grupların ekmeğine yağ süren bu çevrelerin saptanmış olması pek çok şeyin olumlu yönde geliştiğinin de işareti olmalıdır. Türkiye bundan sonra siyasal faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak soruşturmalarını yürütürken olayın perde arkasındaki siyasi işbirlikçiler ile destekçilerin nerede aranması gerektiği konusunda olabildiğince geniş bilgi ve birikime sahip bulunmaktadır.
Daha önce bilinmiyor muydu?
Peki ama bu bilgi ve birikimler daha önce Türkiye’nin elinde yok muydu? Elbette ki vardı. Bugünü dünden farklı kılan şey Türkiye’de kurumlar ve siyasi destek noktasında yaşanan değişimlerdir. 28 Şubat’ı bu kapsamda yeniden değerlendirmek ve uluslararası konjonktür içinde yeni bulgular ışığında tarihteki yerine oturtmak giderek önem kazanıyor. Avrupa’nın ve Amerika’nın Türkiye’den beklentileri ve dünyanın yeniden paylaşım stratejileri içinde Türkiye’nin bunlara vereceği reaksiyonlar bu nüfuz casusluğu tanımlamasını bence çok önemli kılıyor. Bu kapsamda 28 Şubat öncesinde Amerika’nın İran’la ticari ilişkiler noktasında getirdiği sınırlamalara karşın, Erbakan Hükümeti’nin İran’la yaptığı doğalgaz anlaşması G8’lere karşı oluşturmaya karşı çaba sarf ettiği B8 hareketi ve Libya gezisi bu kapsamda çok önemli çıkışlar. Ayrıca İran ile Türkiye arasındaki Azerbaycan ve Kafkas enerji yatakları üzerindeki ekonomik savaş tarihten gelen rekabet ve bölgesel güç olma mücadelesi Türkiye’nin çok iyi değerlendirmesi gereken gelişmelerdir. Bu siyasi ve ekonomik kavgada ne İran yalnız, ne de Türkiye. Dünyanın bütün büyük güçleri Amerika’dan Çin’e kadar bu mücadelenin tam ortasında bulunuyor. Türkiye’deki siyasal faili meçhul cinayetleri, terör hareketlerini bu büyük kavgadan soyutlayarak değerlendirirsek, hata ederiz. Bu kavgada en önemli iç tehlikelerden birini Türkiye’yi yönetenlerin bir başka ülkenin çıkarına hareket etmeleri oluşturur. Sadettin Tantan’ın bu noktadaki tanımlaması, benim anladığım şekliyle ise devlet çok önemli bir noktanın altını çizmektedir. Bu da Türkiye’deki değişimin ve gelişimin bir başka habercisidir.
Herkes İran demiş
Sadettin Tantan konuşmasında ayrıca diyor ki, “Arşivlerinize bakın.” Arşivlerde ne bulunuyor ve bunun bize, Türkiye’ye
olayı değerlendirmedeki yararı ne olacak? Tantan’ın bu sözleri dile getirmesinin ardında Uğur Mumcu suikastını araştırmakla görevli TBMM komisyonlarının hazırladıkları raporlarla yine Meclis’in Susurluk ve faili meçhul siyasal cinayetleri araştırma komisyonlarının raporlarına baktım. Ayrıca Ankara ve İstanbul’daki son 10 yılda gerçekleştirilen bombalı ve silahlı terör saldırılarını inceledim. Bana çok ilginç gelmeyen ama arşiv bilgisi olarak önemli olan birkaç noktanın altını çizmek istiyorum: Meclis komisyonlarında ifade veren, bilgisine başvurulan kişilerin neredeyse tamamı özellikle Uğur Mumcu, Bahriye
Üçok, Turhan Dursun, Muammer Aksoy ve Çetin Emeç cinayetlerinin İran kaynaklı olduğunun altını çizmiş.
Bugün Emniyet’in, Dışişleri Bakanları’nın ve Milli İstihbarat Teşkilatı ile Silahlı Kuvvetler’in önemli makamlarında bulunan pek çok görevli bu suikastların İran’ın Türkiye’ye yönelik bir karşı casusluk faaliyeti olduğunu vurgulamışlar. Bunlarla birlikte, Mossad’ın, Hizbullah’ın oluşumundaki rolü, Türkiye’deki faaliyetleri ile Amerikan Gizli Servisi CIA’nın radikal İslamcı unsurlar üzerindeki etkinlikleri de dile getirilmiş. Arşivler bunlarla dolu. Ama nedense Ankara’da, Meclis’teki komisyon tutanaklarını sanki hiç kimse okumamış, görmemiş, duymamış gibi davranmayı yeğlemişler. Türkiye nedense bu noktada olabildiğince İran’la ilgili olayların üstüne gitmek istememiş. Burada büyük güçlerin Türkiye ile İran’ı karşı karşıya getirme, hatta savaştırma senaryolarının etkin olduğunu sanıyorum. Türkiye bu duyarlılığını İran’a karşı korumuş. Ama nedense bu koruma sırasında İran’ın Türkiye’deki faaliyetleri hiç son bulmamış.
Şimdi bu noktada Türkiye’nin İran karşısında neden bu kadar çekingen davrandığının nedenlerini bulmak gerekiyor. Bunun devlet mekanizmaları içinde tartışılması, bundan sonraki olayların önlenmesinde olağanüstü önemli olacak. Bu söylediklerimde İran ile ilişkilerde herhangi bir çatışma veya savaş beklentisi içinde olan kişilerin düşüncelerine destek yer almıyor. Benim anlatmak istediğim şey Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerde, İran’ın yarattığı terör ortamını ortadan kaldıracak ve karşılıklı barış ortamını sağlayacak diplomatik düzenlemeler bulunuyor. Bunlar arasında karşılıklı güvenlik ve işbirliğini geliştirici anlaşmalar dahi neden yer almasın?
Önemli olan barışın sürekliliğini korumak, terörsüz ve özgür Türkiye’yi yaratmaktır. Bunun için Türkiye’nin İran kaynaklı terörist saldırılardan korunması gerekiyor.
İran’ın da Türkiye ile arasındaki ilişkilerde gizli servisini resmi veya gayri resmi terör bağlantılı devrim ihracı için oluşturulmuş kurumlarını denetlemesi şart.
Burada İran’ın Türkiye’de yarattığı teröre, İran’da ve Türkiye’de kimlerin iç destek sağladıkları da çok önemli. İşte bu noktada Sadettin Tantan’ın ‘nüfuz casusları’ tanımlamasını önemli buluyorum, bu konunun aydınlatılması için siyasetçileri soruşturacak bir Meclis Soruşturma Komisyonu’nun kurulmasını öneriyorum. Çünkü arşive baktığım zaman Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ehud Sadan, Victor Marwick, Uğur Mumcu suikastlarındaki benzerliklerin dikkatle incelenmesi gerektiğini görüyorum. Türkiye bu tür suikastları soruşturacak ve karanlıktaki bölgelerini aydınlatacak eleman ve bilgi birikimine ulaştı. Bu konuda Ankara ve İstanbul Emniyet müdürlükleriyle, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı çalışmalar takdire değer.
Yeni yasalar gerekli
Özellikle Ankara Emniyeti’nin oluşturduğu faili meçhul siyasal cinayetleri aydınlatma biriminin bir yıldır yürüttüğü çalışmaların bugünkü sonuçları etkilediğine inanıyorum. Demek ki Türkiye’nin bazı sorunları aşabilmesi için ekip ve sistem yenilemesi gerekiyormuş. Özellikle karapara, uyuşturucu maddeler ile mücadele, organize suç örgütlerinin çökertilmesi noktasında Türkiye’nin yeni yasal düzenlemelere kavuşması tartışılan terör eylemlerinin önlenmesinde çok önemli bir rol oynayacak.
Çünkü bugün yakalanan kişilerin pek çoğu, organize suç örgütleriyle iç içe geçmiş durumda. Bu noktada cezaevlerindeki sorunların da acilen giderilmesinin zorunluluğunu vurgulamaya bile gerek yok. Türkiye sistem, ekip ve hukuki yapısında gerçekleştireceği reformlarla, terörün belini kırabilir.