16.03.2000
Üzerinde yaşadığımız topraklar, büyük uygarlıklara ve sayısız iktidar mücadelesine tanık oldu. Bizans’ın hırslı imparatoriçesi Theodora’nın siyasal serüveni, siyasetin bugünü için de anlamlı
Tuncay ÖZKAN
Siyaset ve iktidar ilişkisi birbirinden ayrı olamaz. Olamadığı için de siyasetçinin iktidarı nasıl ele geçirdiği ve neler yaptığı önemlidir. İktidar bizim gibi toplumlarda ekonomi ve güvenlik başta olmak üzere her şeye hükmetmek anlamını taşımaktadır. Çünkü hukuk parayla alınır satılır ve emirle yerine getirilir olunca, iktidarın karşısındaki en önemli güç: Adalet; yani yaşama hakkı da, gücü elinde bulunduranların olmaktadır. Hukukunu geliştiremeyen, iktidar ilişkilerinden soyutlayamayan toplumlar uygar olamıyorlar. Düşünce ve eylem arasındaki doğru bağlantı kopuyor, bilim oluşamıyor, fikir gelişemiyor, toplum ilerleyemiyor. Anarşizm ve terörizm için mümbit topraklar oluşmuş oluyor. İlişkileri mafya belirlemeye başlıyor.
Özgür düşünce ve ifade olmadığında geri kalmışlık kendiliğinden doğuyor. Bu sırada iktidar denilen aygıt yanlış ellere geçerse veya yönetici sapıtırsa, hukuk oluşamadığı için kurallar olmayınca seçimle gelenler kendilerini kral ilan ediveriyorlar. İnsan uygarlığının en önemli unsurlarının başında bu yüzden yasa ve hukuk üstünlüğü geliyor.
Üzerinde bulunduğumuz topraklar uygar toplumların beşiği sayılıyor. Mezopotamya’daki uygarlıklar ile Bizans arasındaki toplumlar bugünkü sistemlerin beşiği. Tarih her iktidar mücadelesinde tekerrür ediyor gibi görünse de aslında yaşananlar bambaşka.
Yoksul bir köylü çocuğu
İktidar mücadelesi ve iktidarın ele geçirilişi noktasında Bizans’ın en ‘kahpe’si olan Theodora’nın kimliği çok ilgimi çekti. Prof. Dr. Bilge Umar’ın ‘Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi’ adlı kitabı, okuduğum ilk günden bu yana hep tavsiye ettiğim, hediye olarak seçtiğim başucu kitaplarımdan birisi. İlk orada okudum Theodora’nın kimliğini. Bu bölümü okurlarımla paylaşmak istiyorum. İmparator Iustinianus’la eşi Theodora’nın kimlikleri çarpıcı pek çok olayla dolu:
‘Iustinianus, yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak doğmuş. Yıllar önce, aynı köyden iki genç arkadaşıyla birlikte gurbet elde kısmet aramaya çıkan amcası Iustinus, sırtında peksimet torbası, yürüyerek başkente vardıktan az sonra, pek iri kıyım olması nedeniyle imparator Leon’un özel koruyucu birliğine alınmış, subay olmuş. Ardından imparator olmuştu. Onu da yanına almıştı. Iustinianus, bu sırada başkent halkına kendini sevdirmişti. Özellikle, savaş başlatmaktan kaçınıyor, barışçı politikayı yeğliyor; İstanbul’daki Ortodoks patriğiyle Katolik kilisesinin çekişmesine son vermeye çabalıyor ve bu konuda başarı sağlıyordu. İstanbul’da düzenlettiği pek masraflı gösteriler, yarışlarla halkı eğlendiriyordu. Parlamento ile de arası iyiydi. Ama bu arada, bir önceki İmparator Anastasios’un halka ağır vergiler yüklemek, hoşnutsuzluk yaratmak bahasına altınla doldurup öyle dolu bıraktığı devlet hazinesi, yavaş yavaş boşalıyordu. Iustinus 520 yılında, Iustinianus’u ortak imparatorluğa atadı.
Onun 527’de ölmesiyle, Iustinianus tek başına imparator kaldı.
Karısı Theodora’nın kimliği ise daha da çarpıcı. Theodora (Helen dilinde; Tanrı’nın Armağanı), İstanbul’da 503 yılında doğmuştu. Sirk hayvanlarına, özellikle ayılara bakan, Kıbrıslı Akakios adlı adamın üç kızından en küçüğüydü. Akakios ölünce, dul eşi yeniden evlendi; evlendiği adamın aynı işe alınacağını umarken, Yeşillerden olan sirk oyuncubaşısı, rüşvet alarak, bu işe bir başkasını yerleştirdi. Bunun üzerine kadın, halkın hipodromda toplandığı bir günde, en büyüğü 8 yaşında olan kızlarını topluluğun karşısına çıkardı ve aç açıkta bırakılmalarından dolayı yakındırdı. Yeşiller hiç oralı olmadılar; buna karşılık Maviler duygulandı ve kendilerinin adamı olan bir diğer ayı bakıcısı yakın zamanda öldüğü için, onun işini küçük kızların üvey babasına verdiler. Kızlar biraz büyüyünce, hem oyunculuk ederek, hem de erkeklerle yatarak, aile ekonomisine katkı sağlamaya başladılar. Theodora da, kendi çağdışı ünlü tarihçi Procopiuıs’un anlattıklarına bakılırsa, daha olağan ilişki için yeterince gelişmeden, doğa dışı yoldan erkekleri hoşnut etmekle işe başlamıştı; daha sonra da ‘en rezilane isteklere hiç duraksamadan boyun eğerdi’; ayrıca, sürekli olarak yeni birleşme yöntemleri uygulardı, birbirinin gözü önünde ve arada eş değiştirerek cinsel ilişki kurma eğlencelerine katılır, 30’dan fazla erkekle yattığı halde ‘yine de isteklerini dindiremezdi’. Tiyatroda da kimi zaman halkın karşısına hemen hemen çırılçıplak çıkardı; ama üzerinde yalnız kadınlık organını örten incecik bir kuşağın bulunması, kendisinde bir parça utanma duygusu olduğu için değil, tiyatroda tümüyle çıplak görünmek cezalandırıldığı içindi. Bu haliyle sahnede sırt üstü yere yatar, incecik kuşağın altında, kadınlık organına arpa taneleri yerleştirir ve eğitilmiş kazlar oraya gagalarını sokup arpaları tek tek aldıkça halk eğlenirdi.
‘Theodora, henüz pek genç bir kadınken, Kuzey Afrika’da bir kentin yöneticiliğine atanan Hekabolos adlı kişiye yamandı, onun kapatması olup onunla birlikte yola çıktı; ama adam Theodora’yı kısa sürede başından attı. Theodora bir süre Doğu Akdeniz ülkelerinde oradan ortaya sürtüp, artık uslanmış, dine diyanete düşmüş havalarında, İstanbul’a döndü. O sıralarda Iustinianus Theodora’yı tanıdı ve kendinden 20 yaş küçük olan bu genç, güzel, kendi alanında çok bilgili kadına delice tutuldu, onu kapatma edindi, Theodora’ya Patrici’lik (=Soyluluk) sanını verdi. Ama onunla evlenmesine yasa engeldi. Yöneticilerin, yürürlükteki yasaları kendilerinin işine gelen doğrultuda değiştirmesi, koyması, kaldırması o zaman da bilinip uygulanan bir yöntem olduğu için, Iustinianus, amcasının, eski yasayı kaldıran yeni bir yasa çıkarmasını sağladı; bir süre sonra, 523 yılında, 20 yaşındaki Theodora ile evlendi.
İmparator’un büyük ortağı
Theodora’ın yüzü çekici, vücudu güzeldi. Boyu biraz kısa, yüzü hafifçe solgundu. Procopius’a bakılırsa, son derecede kinci ve acımasızdı. Düşmanlarını ya da öfkelendiği kişileri, hiçbir yargıcın, din adamının, hatta imparatorun bile giremediği özel zindanlarına kapatır, orada en acımasız işkenceler uygulatır, sonra ya öldürtüp denize attırır ya da insanlıktan çıkarılmış, her yeri ayrı ayrı sakat edilmiş biçimiyle ortalıkta dolaşıp Theodora’nın insanları ne hale getirebileceğinin canlı örneği olsun diye, bıraktırırdı.
Theodora, ömrü boyunca Roma İmparatorluğu’nda egemenliği Iustinianus’la paylaştı, onun gerçek egemenlik ortağı oldu; 548 yılında, 45 yaşındayken kanserden öldü.
At yarışlarında sürücülerden kiminin mavi, diğerlerinin yeşil gömlek giymesi ve daha sonra yarışmacıların tümünün Maviler-Yeşiller diye, yarışmaları izleyen halkın da, Mavileri tutanlar, Yeşilleri tutanlar anlamında olarak Maviler-Yeşiller ayrışmasına girmesi geleneğinin kökeni, Roma’ya dayanır. Caligula, Neron, Commodus, Caracalla, Elagabalus gibi bazı imparatorlar da Yeşilleri yahut Mavileri tutanlar arasına katılmışlardı.
Bu gelenek, Ortadoğu’ya özgü aşırılıklara bürünerek, imparatorluğun yeni başkenti İstanbul’a da yerleşti. Halk içinde Maviler – Yeşiller ayrışması, gerçek bir kitlesel karşıtlığa, düşmanlığa dönüştü. Öyle ki, Iustinus’tan önceki imparator, Anastasios henüz başta iken bir gün, meyve sepetlerinde gizledikleri taşlar ve hançerlerle hipodroma gelen Yeşiller, karşıtları Mavilerden 3 bin kadarını öldürmüşlerdi. Yeşillerle Maviler’in düşmanlığı, giderek, devletin diğer kentlerine de yayıldı.
Ayrımların nedeni
Söz konusu bölünmenin temelinde sınıfsal ya da dinsel nedenler bulunup bulunmadığı konusunda günümüz araştırmacıları görüş birliğine varabilmiş değillerdir. Bir görüşe bakılırsa, Maviler daha çok bir ‘Aristokratlar partisi’, Yeşiller ise ‘Yoksul yığınların partisi’ idi. Ostrogorsky, bu görüşe karşı çıkıyor ve her iki ‘parti’de tabanın büyük çoğunluğunu yoksul halk yığınlarının oluşturduğunu; ancak, yönetici durumda olan ileri gelenlerin, Mavilerde, genellikle, aristokratlardan ve büyük toprak sahiplerinden; Yeşillerde ise, ticaret ve zanaat erbabından ya da doğru illerinden gelme, subaylıkta yahut yönetim görevlerinde sivrilebilmiş kişilerden oluşuyor göründüğünü söylüyor. Böylece o da, hiç diğilse, iki ‘parti’nin ileri gelenleri arasında sınıfsal köken ayrılığı bulunduğunu kabulleniyor. Ostrogorsky’nin buna bağladığı sonuç da tutarlıdır: Ona göre, Yeşiller, kendi ileri gelenlerinden birçoğunun doğu illerinde çıkmış olması nedeniyle, Ortodoks kilisesinin savaştığı, doğu illerinde yuvalanmış Monofizitlik vb. mezheplere hoşgörülü, hatta eğilimli iken Maviler kaskatı Ortodoks ve o gibi mezheplerin düşmanı idiler.
Azıtan siyasal grup
Bunların başkanlarını devlet atamaktaydı. Kendi bünyelerinde kurdukları milis, kentin milis gücü olarak hizmet görürdü. Yeşillerle, Maviler, toplumsal yapı işlerine, örneğin kent surlarının yapımına katkıda bulunurlardı. Gerek Iustinianus, gerek Theodora, Mavilerin yandaşı idiler. (Çünkü Theodora’nın babası ölünce Yeşiller ona kazık atmıştı) Buna güvenen Maviler, açıkça azıttılar.
Hepsi, iki yanı keskin hançerler taşıyor ve geceleri, beşer onar kişilik çeteler halinde birleşip akıllarına esen her türlü azgınlığı ediyordu. Başkentte namus, can, mal güvenliğini yok etmişlerdi. Evleri soymak için, ya da soygunlarından, cinayetlerinden iz bırakmamak için, sık sık yangın çıkarırlardı. Sıradan yurttaşlar, mahkemede, Mavilerden korkan yargıçların kararıyla ya haksız çıkarılıyor ya da üstelik suç onlara yükletilerek idama kadar varan cezalara mahkûm ediliyorlardı. Örneğin, Kilikia Valisi’ni öldürmek için saldırıda bulunan iki serseri, valiyi yaralayıp damadını öldürmüş oldukları için valinin buyruğuyla idam edilmişken, bu serserileri tutan Mavilerin başvurusu ve yakınması üzerine Theodora’nın verdiği buyrukla vali, o iki serserinin mezarı başında asılmıştı.
Valiler, kabadayılar, idamlar
532 yılında eğlenceler, yarışmalar, törenler nedeniyle Iustinianus, hipodroma gelmişti. Yeşiller bir ağızdan bağırıp çağırıyor, çıkardıkları hoşnutsuz gürültü yarışmaların düzenini aksatıyordu. İlk 22 yarışma sırasında imparator, ağırbaşlı sessizliğini bozmadığı halde, artık dayanamaz olunca, gür sesli bir bağırıcının aracılığıyla Yeşilleri azarladı. Yeşiller kalabalığı, önce, ona karşı saygılı bir dil kullanarak, yakınmalarını aktarmak istedi. Iustinianus bu gibi yakınmalara hiçbir ilgi göstermeksizin yine ‘Dinsizler, imansızlar’ gibi sözlerle suçlamalarını sürdürünce, bu kez Yeşillerin sabrı taştı ve imparatorun yüzüne karşı, ‘Acımasız zorba, hayvan’ gibi sözcükler kullanarak bağırmaya başladılar; büyük bir çatışmanın çıkmasına zaman kalmadan, hipodromdan topluca ayrıldılar ve başkent sokaklarına dağılarak taşkınlıklar yapmaya koyuldular. Aynı gün, başkent merkez komutanı, ya da askeri valisi durumunda olan Praefectus’un komutuyla, kimi Mavilerden kimi Yeşillerden olan yedi ünlü kabadayı katil, idam edilmek üzere Beyoğlu yakasına geçirildi. Bunlardan ilk beşinin kafası kesildi; kalan iki tanesi darağacına asılmışken, her nasılsa ipler koptu. İdamlıklar kaçıp, kiliseye sığındılar. Bunların biri Yeşillerden, diğeri Mavilerdendi. Mavilerden de bazı kimselerin idam edilmekte olması, Mavileri hemen imparatora karşı çevirdi ve o gün için kendini gösteren bir yakınlaşma ile Maviler de Yeşillere katılarak ayaklandı.
Kıyamet günü
Olayları bastırmak için gönderilen askeri birliğin yolunu, büyük kalabalıklar kesti. Papazlar, kan dökülmesin diye araya girmek istemişken, asker bunları itip kakınca, kalabalık gazaba geldi ve Tanrı uğruna savaşıyormuşçasına dinsel bir coşkuyla askere saldırdı. Kadınlar bile komşu evlerin damlarından, pencerelerinden askere taş yağdırdı. Bu kez asker, evleri yağmalamaya başladı. Böylece çıkan yangın, ayaklananların da orada pek çok yapıyı tutuşturmasıyla, bütün İstanbul’a yayıldı. Beş gün boyunca İstanbul’da, ‘Nika!’ (=Yen) diye bağıran, parola veren eli bıçaklı talancı kalabalıklar egemen oldu.
Iustinianus, sarayda topladığı yakınlarına, başkenti bırakıp kaçma kararını açıklamışken Theodora buna karşı çıktı ve
ölümü göze alıp İstanbul’da kalmak gerektiğini savundu, imparator da ona uydu. Sayısız kalabalığı ezme girişimi için karar alındı. Komutan Narses, Mavilerin ileri gelenleriyle hemen konuşmaya girişip Maviler kitlesini oyalarken, diğer bir komutan, Belisarius, saraydan aldığı askerlerle, hipodroma (şimdiki Sultanahmet Meydanı’nda bulunan at yarışları yerine, stadyum benzeri yapıya) geldi. İki uçtaki kapıları tutturup içeriye daldı. Burada, Yeşillerin ileri gelenlerinden başka, bunların zorla yanlarına getirttiği yaklaşık 30 bin kişilik bir kalabalık bulunuyordu. Hepsi, bu daracık yerde boğazlandı ve ayaklanma tümüyle bastırıldı.”
Ne dersiniz bizimkilerin iktidar mücadelesi ile Bizans’ın Theodora’sınınki birbirine benziyor mu?
Bayramınız kutlu olsun.