08 Mayıs 2003
Türkiye’de iki can alıcı olayla ilgili nedense bir türlü strateji geliştiremiyoruz. Bunların her ikisi de canımıza kastediyor, bizi öldürüyor, yok ediyor. Birinin adı trafik, diğerinin adı deprem. Dün Ankara’da bu iki konunun uzmanı olan Prof. Dr. Süleyman Pampal ile birlikte oldum. Pampal Hoca, Gazi Üniversitesi rektörlüğünde trafik ve yol güvenliği ulusal kongresinin ikincisini organize etti. Trafik kaosu son 20 yılda 150 bin insanımızın canını almış ulusal bir sorun. Aslında bir sonuç. Hiçbir şey yapmadan çarpık ulaşım politikası üretmenin bir sonucu. Türkiye’deki araç sayısıyla Avrupa’dakini karşılaştırdığımızda arada
6 kat fark olduğunu görüyoruz. Amerika ile Türkiye arasındaki araç sayısı farkı ise neredeyse 15 kat. Nüfus ve araç sayısı bakımından trafik kazalarındaki ölüm olaylarını değerlendirdiğimizde ise Türkiye’nin Avrupa’dan 6 kat, Amerika’dan 10 kat daha fazla can kaybıyla sonuçlanan trafik kazasına sahne olduğu görülüyor. Dün bu istatistikler üzerine 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel kongrede yaptığı konuşmada Türkiye’nin 10 bin km’lik yeni otoyol yapma zorunluluğundan bahsetti. Bu zorunluluk arasında saydığı otoyollar içinde yakın dostu müflis işadamı Kamuran Çörtük’ün Bolu tüneli geçişi de vardı. Ne olursa olsun bu yolun bitirilmesi gerektiğini de söyledi. Demirel ayrıca Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın kongrede yaptığı konuşma sırasında dile getirdiği demiryolu ağlarının geliştirilmesi noktasında Ankara-İstanbul arasının trenle 2.5 saatte katedilmesi konusunda da bilgiler verdi. Aslında bu proje 1974’ten sonra sayın Demirel’in başbakanlığı sırasında uygulamaya konulan, çok büyük paralarla ihaleye çıkılan bir dev yatırımdı. Ama Ayaş tünelinin geçilememesi nedeniyle ölü bir proje olarak doğdu. Süleyman Demirel bunu kendisine yakın bir firmaya vermişti. Firmanın bütçe ödeneklerinin takibini Demirel’in halen de çok yakınında bulunanlardan Ekrem Ceyhun bizzat kendisi yapardı. Belki o firma kazandı, bütçeden çok para çıktı ama keşke proje bitebilseydi. Dipsiz bir kuyuya atıldı paralar. Ankara-İstanbul hızlı tren projesi bir rüya olmaktan öteye geçmedi. Oysa şimdi bu tren hattı işleseydi sayın Demirel’in de, Türkiye’nin de gururu olurdu. İşletilememesinin sebeplerini, Türkiye’nin bu konudaki hastalığını daha fazla söylemeye gerek var mı?
* * *
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ile görüşürken 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in konuşması sırasında dile getirdiği projelerin toplam maliyetinin 50 milyar dolar olduğunu söyledi bana. Sonra da ‘Türkiye’nin böyle bir parayı ödeyecek gücü yok şu an Tuncay Bey’ diye ekledi. Oysa zamanında bitirilmesi gereken projeler tamamlansaydı, takipleri yapılabilseydi bugün Türkiye çok daha başka bir yerde olurdu.
Ulaştırma Bakanı’nın ağzından dinlediğim hükümetin deniz ve demiryolları ağırlıklı programının mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor. Umarım bu iktidar diğerlerinin yaptığını yapmaz, işi lafta bırakmaz. Türkiye’nin lafa değil bitirilmiş işlere ihtiyacı var çünkü.
* * *
Türkiye’nin ikinci bir büyük can alıcı problemi de deprem. Prof. Dr. Süleyman Pampal deprem konusunda da uzmanlaşmış bir bilim adamı. Bingöl’den yeni dönmüş. Karşılaştığı manzarayı ‘içler acısı’ diye tanımladı: ‘Deprem Türkiye için yağmurun yağması gibi bir olay. İskenderun’daki fay hattında uzunca bir süredir bir hareket olmadı. Dikkat etmek gerek. Örneğin Marmara Denizi’nin içinde bulunan ve her an kırılması beklenen fayla ilgili olarak mutlaka kentin önlem alması gerekiyor. Çünkü çürük zemin üzerine kurulan sağlam binalar dahi 6 şiddetindeki bir depremi 12 şiddetinde yaşıyor. Mutlaka İstanbul için önlem alınmalı. Bingöl’de zemin kötü olduğu için, kirişler ve kolonlar arasındaki bağlantılar yapılmadığı için, o büyük felaket yaşandı. Oysa kirişlerle kolonlar arasında toplam maliyeti 500 milyonu bulmayacak tel bağlantıları gerçekleştirilebilseydi, bina sağlam zemin üzerine yapılabilseydi bunlar olmazdı. Eğitimsizlik, ihmal ve hırsızlık bir araya geldi mi felaket de geliyor.’ Pampal Hoca bunları söylediğinde aklımda Bingöl’de çöken okulla ilgili yapılanlar belirdi. Önce yer seçimini yapmıştı devlet, sağlam zemin değil de nedense gidip daha az sağlam bir zemin seçildi. Gidip bakmak gerek o araziye. Kiminmiş, hangi ellerden geçmiş. Devlet onu nasıl elde etmiş. Sonra o çürük zemine birileri mutlaka sağlam raporu vermiş. Onun nasıl alındığına da bakmak gerekiyor. Sonra birileri oradaki inşaatla ilgili olarak, hem de kamu inşaatıyla ilgili olarak proje çizmiş. Onu yine kamudan birileri denetlemiş. Nasıl denetlemiş ortada. İnşaat nasıl yapılmış ortada. Hoca’nın söylediği gibi eğitimsizlik, ihmal ve hırsızlık bir araya geldi mi felaket de geliyor. Bu kamu veya özel sektör fark etmiyor. Türkiye’de 2 fay hattının birleştiği noktada depremin 13 kez yıktığı Erzincan kentini 13 kez yine aynı yere kuran zihniyete gelin de bunu anlatın. Zor. Çok zor! Çünkü eğitemediğimiz halk, hayatı bütün bu zorluklar içinde kadere bağlıyor, Allah verdi Allah aldı inancı yaygınlaşıyor ve bilim dışlanıyor. Sonuçta ortaya çıkan manzara ölülerini gömmekten başka bir işe yaramayan kamu mantığı.
Trafik ve deprem. Her ikisi de aslında yol açtıklarıyla kader değil. Her ikisi de bizim kendi başımıza bu denli bela haline getirdiğimiz yaşama biçimlerimiz. Biz kendimizi düzeltmedikçe bu iki olgu karşısında durmadan yenileceğimize bir kez daha inandım dün.