02 Ağustos 2003
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Washington’a yaptığı ziyarette gündeme gelen, Irak’ta kurulacak İstikrar Gücü’ne Türkiye’nin yaklaşık 10 bin askerle katkıda bulunması ve birliklerimizin ABD’nin en çok kayıp verdiği Sünniler’in yoğun olarak bulunduğu Batı Irak’ta konuşlandırılması talebi, Türkiye’yi Irak askeri harekatından bu yana en zor dış politika kararlarından biriyle karşı karşıya bıraktı. Karar çok zor. Her şeyden önce, Irak’a Türk askerlerinin gönderilebilmesi için Anayasa’ya göre TBMM’nin onayı gerekiyor. ABD’ye tam destek içeren 1 Mart tezkeresini, hükümetin bu yöndeki iradesine rağmen reddetmiş bulunan TBMM’den, Türk askerlerini, özellikle Süleymaniye olaylarından sonra ve dahası sıcak bir çatışma alanına gönderme kararının çıkması zor gözüküyor.

Erdoğan ve kararı

Hükümet asker gönderme kararı alır ve Başbakan Erdoğan ağırlığını koyarsa, bu içerikteki bir tezkerenin TBMM’den geçmesi sağlanabilir mi? Bunun AKP içinde sorunlara yol açması ve Türk kamuoyunun bu karara göstereceği tepki nedeniyle hükümetin bir itibar kaybına uğraması büyük bir ihtimal olarak beliriyor. Konunun bir de ‘uluslararası meşruiyet’ boyutu var. Anayasa’nın yurtdışına asker göndermeyi düzenleyen 92. maddesi, ‘uluslararası hukukun meşru kıldığı hallerde…’ şeklinde bir ibare içeriyor. ABD’nin Irak’ta kurmayı düşündüğü İstikrar Gücü, herhangi bir BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmıyor. ABD Yönetimi 1483 sayılı Güvenlik Konseyi kararının yeterli olduğunu ileri sürse de, bu kararın Anayasamız açısından Türk askerini Irak’a göndermek için ne ölçüde yeterli olacağı ayrı bir tartışma konusu.
Irak’a asker gönderme kararının zorluğu, konunun sadece Türkiye’deki yasal ve siyasi boyutları bakımından değil, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından da ortaya çıkıyor.
Cezalandırma güdüsü
ABD, tezkere sürecinde beklediğini alamadığı Türkiye’ye karşı bir süre neredeyse cezalandırma güdüsüyle hareket etti. Amerikan yönetimi ‘stratejik ortak’ tanımını kullanmak suretiyle, Türkiye’ye ileteceği yeni taleplere kapı aralamak düşüncesinde. Nitekim, Abdullah Gül’ün ziyareti sırasında ABD’nin Türkiye’den asker istemesi, bunun uzantısı.
Halka bilgi
Washington, Türkiye’nin ABD ile ilişkileri rayına oturtmak istediğini biliyor. Bundan yola çıkarak, asker talebini gündeme getirdi. Türkiye’nin açmazı ise bu noktada ortaya çıkıyor. Bir yanda, Türk askerlerinin Irak’a gönderilmesinin Türkiye’deki iç yansımaları, diğer yanda Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği.
Hükümet, Irak’a asker gönderme kararını, bir yandan, yeni bir tezkerenin TBMM’den geçmesinin zorluğu, Anayasa’daki meşruiyet şartı ve Cumhurbaşkanı Sezer’in bu konudaki net tavrı, ayrıca iç kamuoyunun tepkisi ve Türk askerinin can güvenliği gibi birçok faktörü dikkate alarak vermek zorunda. Terazinin diğer kefesinde ise, Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği bulunuyor. Zira, Türkiye asker göndermediği takdirde, Türk-Amerikan ilişkilerinde bu defa tezkere krizini de aratacak bir bunalımın yaşanması kaçınılmaz gözüküyor. Konunun bir de, Irak’ın geleceğinin şekillenmesinde Türkiye’nin ne derece belirleyici rol oynayacağı boyutu var. Asker gönderme kararı, şu anda Irak’taki gelişmelerde seyirci olmaktan öteye gidemeyen Türkiye’nin, bir ölçüde belirleyici ülkelerden birisi olmasını sağlayabilir. Nitekim, hükümet, Irak’a asker göndermeye karar verdiği takdirde, bunun sadece basit bir jandarmalık görevi olarak görülmeyeceğini ve Türkiye’nin Irak’taki gelişmelerde söz sahibi olmak isteyeceğini ABD tarafına açıkça bildirmiş bulunuyor.
Türkiye, zor bir kararla karşı karşıya. Ankara’nın Türk kamuoyunu bu konuda çok iyi aydınlatması ve alacağı karar ne olursa olsun, gerekçelerini Türk halkına izah etmesi gerekiyor. Ayrıca, tezkere sürecindeki tecrübeler, bu kararın sürüncemede bırakılmamasını ve bu hassas konudaki görüşmelerin kapalı kapılar ardında birtakım yetkisiz danışmanlar tarafından değil, bu defa resmi kanallardan ele alınmasını gerekli kılıyor.