11 Haziran 2002
Göçmenlik yeryüzündeki en zor yaşam biçimlerinden biridir. Göçmenler üzerinden para kazanan mafya grupları ve iş dünyası “insan kaçakçılığı” adını verdiğimiz büyük suç gücünü doğurdular. Şimdi bu suçun ayıbını Türkiye’nin üzerine yıkıyorlar.
İnsan kaçakçılığı ile, göç olgusu birbirine girmiş durumda. Kaçakçılık, “başkalarının menfaati için kişilerin seksüel ya da ekonomik olarak istismarı amacıyla, şiddet, tehdit, otoritenin kötüye kullanılması veya diğer hile ve zorlama metotları kullanılarak bu şahısların temin edilmesi veya nakledilmesi eylemi” olarak tanımlanıyor. Bu tanımda yer alan menfaat temin edebilecek üçüncü şahıslar, fuhuş işiyle uğraşanlar, kaçakçılar, aracılar, genelev sahipleri, diğer işçi, işveren, müşteri veya suçla ilgili kişiler olabilir. İnsan kaçakçılığının amacı büyük ölçüde, zorla fuhuş, yasadışı iş ve işçilik, hileli evlatlık ve evlilik, seks turizmi ve eğlence, pornografi, dilencilik ve diğer suç faaliyetleri olarak belirginleşiyor. Göçmenlik olgusunda ise göçenler suçlu değiller. Aracılar suçlu. Göçmenler çaresiz insanlar.
Türkiye yalnızlaşıyor
Türkiye 2000 yılında Palermo/İtalya’da imzalamış olduğu “Uluslararası Organize Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin yanı sıra ihtiyaç duyulan işbirliğini de sağlayacağına inandığı için, bu sözleşmenin ek protokolleri olan; “Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol” ile “İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”ü de imzalamış bulunuyor. Oysa yardım falan yok. Sadece eleştiri var.
Birleşmiş Milletler’e göre, insan ticareti ile göçmen kaçakçılığı arasında farklar bulunuyor. Göçmen kaçakçılığı: Doğrudan veya dolaylı olarak, parasal veya maddi başka bir çıkar elde etmek için, bir kişinin vatandaşlığını taşımadığı veya daimi ikametgah sahibi olmadığı bitaraf devlete yasadışı girişinin temini anlamına geliyor. “Yasadışı giriş”, kabul eden devlete yasal giriş için gerekli şartlara uymaksızın, sınırı geçmek anlamını taşıyor.
Zengin ile yoksul
Şimdi göç verenler ile alanlar belli. Verenler yoksul, alanlar zengin. Yüksek seviyede bir yaşam sürmek, işsizlik gibi unsurlar insanları ve onları kaçıran organize grupları çekiyor. Zenginlerin ucuz işgücü yaratma, siyasi etkinlik ve ekonomik ayrıcalıklarının devamı gibi istekleri göçmen ticaretini artırıyor. Batı’nın zenginleri sırf siyasi etkinlik için terör gruplarını bile bu amaçla ülkelerinde besliyorlar. Zenginlere açılan kapı Türkiye, bu işin giderek mağduru olma durumunda.
Başımız ağrıyacak
Türkiye bu suçun kaynak, transit ve hedef ülke bağlamında güzergahını oluşturuyor. Türkiye ne yapacak? Yoksullar ile zenginler arasındaki köprü ülke savaşların, siyasi, etnik, ekonomik çöküntülerin üzerine üzerine gönderdiği insanlarla nasıl mücadele edecek? İçindeki göç dalgasını nasıl bastıracak Türkiye? “Var git oğlan var git mekanın ara, nerede karnın doyarsa vatanın ora” bizim sözümüz değil mi? Dünyanın en çok göçerleri biz değil miyiz?
İngiltere’den sonra, Amerika da Türkiye’yi uyardı. IMF yardımlarına ambargo uygulayacaklarmış, eğer bu geçişleri durduramazsak.
Yani yeni rolümüz biçiliyor Batı’da. Göçmenleri, biz depolayacağız ve biteceğiz, ya da vurup öldürerek, insanlara zulüm edeceğiz. Batı bu konuda kırk katır ile satır arasında tercihe zorluyor bizi. Oysa kendileri göçmen girişi ve içlerinde çalıştırılması, saklanması noktasında olağanüstü başarısızlar. Kendi işadamları ve tüccar sınıfı bu kişileri ucuz işgücü olarak kullanıyor. Onlara seslerini çıkartamayıp, Türkiye’ye saldırmaları manidar değil mi?
Önümüzdeki günlerde çok ağır yaptırımlar getirirlerse şaşmayın. Türkiye, ya IMF’den ve ekonomik kıskaçtan kurtulur, ya da para zoruyla bizi bizden edecekler haberiniz olsun.