14.12.2000
Polise saldırıyla ilgili komplo teorilerinin kaynağını, otobüsün ön camından giren ilk üç kurşunun ‘Kanas’ tipi suikast silahına ait olduğu iddiaları oluşturuyor. Sanki bazı eller yine ‘düğme’ye bastı
Tuncay ÖZKAN
Yaşadıklarımıza şöyle soğukkanlı bir şekilde bakacak olursak hiç de iyi bir yolda olmadığımız ortaya çıkıyor.
24 saatte ekonomi batıyor. 24 saatte Türkiye kendi polis gücü sayesinde sokaklarında iç savaş havası esen bir ülke haline geliyor. 24 saatte AB umutlarımız hayale dönüşüyor.
24 saat Türkiye’nin her yerinde, her türlü olayın, ülkenin bütünü üzerinde kara tablolar çizmesine yetiyor. Neden?
Çünkü hükümetin siyaseten yarattığı boşluğu, başka güçler doldurmaya çalışıyor. Boşluk o kadar büyük ki hükümetin istikrar, irade ve devamlılık gibi konularda değil adından, görüntüsünden bile eser yok ortalıkta…
Bu yüzden sanki bir merkezden düğmeye basılmışçasına içte ve dışta peş peşe gelen darbeler ve olaylar ön plana çıkıyor. Bu kaotik ortamda Başbakan Bülent Ecevit bile ‘bir merkezden yönlendirilen saldırı’ teorisini kabul etmek durumunda kalıyor.
Burada en önemli etken hükümetin yarattığı siyasal boşluk. Hükümet hem kendi içinde, hem de dışarıda dinamiklerini ortaya koyamıyor. Üç lider arasında bile diyalog eksikliği var. Kavgalı bakanlar barışık olanlardan daha fazla.
Bütün bunlar Türkiye’de siyasetin muhalefet ve iktidar alanında içinde bulunduğu zaafın kanıtı. Türkiye’de iktidar kadar muhalefet sorunu da bulunuyor. Muhalifi olmayan iktidar da ipe un seriyor. Siyaset boşluk tanımadığı için ondan boşalan yeri dinamik hangi unsur varsa o dolduruyor. Bu dinamik unsurlar hep iyi olmuyor. Sıkça kötü unsurlar tarafından ve kapalı kapılar arkasında yürütülen stratejiler aracılığıyla boşluk dolduruluyor. Toplumlar bazen o kadar iç dinamiklerini ve kendi kurumsal güçlerini yitiriyor ki, boşluğu şiddet dolduruyor. Bunun örneğini 1971 ve sonrasında yaşamadık mı? Bugünkü durumun iyi analizi, geçmişi tekrarlamamak açısından önemli. Yoksa gün kendi tahlilini yapıyor zaten.
İstanbul’da iki polis memuru şehit ediliyor. Kanun adamı olan polislerin şehit edilmesi insanın yüreğini dağlıyor. Ama arkadaşlarının katillerini bulmak için seferber olması gereken ve ülkede yaratılmak istenen terör ortamına karşı durması beklenen polis gücü, adeta bir başıbozuk ordusu gibi davranıyor. Adalet
adamları, yasa gücünü tesis etmek için kullanmaları gereken silahlarını çekip bağırıyorlar:
‘Kana kan, intikam’, ‘Bizi satanı biz de satarız’, ‘Biz bu silahları ne zaman kullanacağız?’
Yeniçeri güruhu gibi davranmak ne zamandır polisin tarzı? Ankara polisinin ayaklanmasını isteyen İstanbul’daki bazı polisler cep telefonlarına mesaj geçtikleri arkadaşlarına ısrar ediyorlar: “Ayaklanın, Başbakanlığa yürüyün, İçişleri Bakanlığı’na yürüyün.”
Ankara polisi, yöneticilerinin devreye girmesiyle bunu yapmıyor. Ama sokaklarda sağ ve sol görüşlü gençlerin çatışması sırasında sağ görüşlü gençlerin yanında yer alıyor. 12 Eylül öncesi tablolar hortlatılıyor. Bir eski politikacı ekonomik çöküş ve afla gelişen olayları tıpkı 1974 sonrası gelişmelere benzetti.
Ekonomik sorun ve sahipsizlik
Polis isyan ederek yürürken, konuştuğum bazı aklıselim kanun adamları yolda yeniçeri isyanı yaratmak yerine Türkiye’nin nereye götürülmek istendiği sorusuna yanıt arıyordu. Onlar polisin tavrını öncelikle ekonomik sorunlarda çözümsüzlük, sonra sahipsizlik ekseninde ele alıyorlar. Örneğin polis vakfında biriken trilyonların polisin sosyal koşulları için kullanılamadığı görüşünü savunuyorlar.
Polisin isyanının İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve ona yakın olarak tanınan İstanbul, Bursa, İzmir, Adana ve Mersin Emniyet müdürlerinin görev sahasında gelişmesi çok ilginç. Tantan ve ilgili illerdeki Emniyet müdürlerine karşı geliştirilen tavır da çok çarpıcı. İzmir’de protestocular “Bizi satanı biz de satarız” diyerek emniyet müdürünün üstüne yürüyor. Eylemde rol oynayan polislerin yaşı 24-28 arasında değişiyor. Ekonomik sorunlar, işgücü ağırlığı bu genç polisleri eziyor. Çıkış noktalarının iyileştirme talepleri olması gerekirken, onlar iki polisin cenaze töreninden birkaç post çıkarma derdine düşmüşler. Daha doğrusu bu zamanlamanın en uygun an olduğuna karar vermişler. Burada yanıldıkları kesin. Ama sosyal ve ekonomik taleplerinin dosdoğru anlatımının zorunluluğu da ortada. Çünkü yürüyen o gençlerin sefaletini görmemek bugünleri yaratan nedenlerin başında geliyor.
Polisin eylemi sadece para değil; sendikası, sosyal kurumları ve doğru düzgün iç sistemi olmadığını da gösterdi. Disiplin ve hiyerarşik yapılanmada da eski usullerin çöktüğü ortadadır. Tıpkı sorgu ve delil toplamada olduğu gibi.
Gelelim İstanbul olayına. İstanbul’da çevik kuvvette bağlı polis otobüsünün taranması olayı ilginç ve aydınlatılması gereken soru işaretlerini içinde barındırıyor. Polis otobüsü ‘teröristlerce mi tarandı? Bazı komplo teorileri ortalıkta dolaşıyor. Örneğin polis otobüsünün camından giren kurşunların sayısı üç. İlk üç kurşun bunlar. Sonra sağ taraftan taranmış otobüs. Olay yeri ve otobüsün ön camıyla ilgili olarak görüntüleri inceledim. Komplo teorilerinin dayanağını, olayda kullanılan uzun namlulu silahların arasında ‘Kanas’ tipi uzun mesafe suikast silahı olduğu iddiaları oluşturuyor.
Bu teorilerin temelinde yatan düşünce, Türkiye’de iç ve dış odaklı bir yeni istikrarsızlaştırma programının sistematik olarak yürürlüğe konulduğu şeklinde özetlenebilir.
Otobüs, cezaevi eylemleri ve F tipi nedeniyle hükümetin uzlaşma görüşmelerini baltalamak amacıyla tarandı deniliyor. Ayrıca polisin bu konuda biriken sorunlarını iyi takip eden çevrelerin polisle olayları başlatarak önemli bir adım attıkları da dile getiriliyor.
Bu teorilerin polis otobüsüyle ilgili olanını bazı uzmanlarla da konuştum. Otobüsün ön camından giren üç kurşun doğru. Ama bunların giren değil içeriden karşılık veren polislerin kurşunu olduğu kesin. Ve eylemin yapıldığı yerde TKPML’nin pankartı bulundu. Bu üç kurşunun uzun namlulu bir silahtan (büyük olasılıkla Kalaşnikof) çıktığı da doğru. Ama sağ taraftan giren bu kurşunların yine sağ tarafı tarayarak devamı, olay yerinin coğrafi konumundan kaynaklanıyor. Otobüsün önden kurşun alması ve sağdan devam eden pusu taraması coğrafi konumdan kaynaklanıyor. Birileri bu komplo teorileriyle ortalığı iyice karıştırmak istiyor.
Ama bu komplo teorilerinin hatırlatılması üzerine “Birileri düğmeye mi bastı?” diye soran gazeteciye Başbakan Bülent Ecevit dün basın toplantısında “Evet birileri düğmeye basmış gibi…” diye yanıt verdi.
Komplo teorileri veya senaryoları itibar edilmemesi gereken şeylerdir. Ama değerlendirme dışı tutmak da büyük hata olur.
Tantan daha ne bekliyor?
Birilerinin içte ve dışta Türkiye üzerinde neyi arzuladığını iyi hesaplamak gerek. Bu noktada polisin genç ve tecrübesiz çevik kuvvet kadrosu hatalı bir zamanlamayla ve tavırla deneyimsizliğinin kurbanı olmuş, kötü ellerce kullanılmıştır. Ama bu onların dile getirdiklerine kulak asmamak demek değildir. Onlar doğru söylüyor.
Polisin sorunlarını sahipleneceği kurumları yaratmak ve çağdaş bir personel rejimine geçmek önemlidir.
Sadettin Tantan birikimini ve delaletini işte en iyi kullanacağı noktadadır. Polisi satan değil, kazanan İçişleri Bakanı olmak için Tantan daha ne bekliyor? Belki partisine genel başkan, ülkeye başbakan bile olabilir. Ama önce polisin içinde bulunduğu açmaza çağdaş çözüm üretmelidir. Çünkü bu iş ‘tapınak şövalyeleri’yle de, ‘nüfuz casusları’yla da ilgili değil.