11 Mayıs 2001
Enerji konusunda Türkiye’yi o veya bu kampa sokmak isteyen, hatta daha da vahimi “strateji” kavramına bütünüyle olumsuz bir anlam yükleyerek “illaki haklılıklarını” ispatlamaya çalışanlar, kuşkusuz objektif değerlendirme yapamamaktalar. Bir an için kendimizi tüm olanlardan sıyırıp, bazı sorular sorarak ve yanıtlar vererek, enerji politikalarımızı irdelemekte yarar var.
İster Mavi Akım, ister Azeri ve Türkmen hatta İran ve Irak gazı; hangi gaz, hangi ülkeden getirilirse getirilsin, bu gazın, yani modern bir enerji kaynağının Türkiye’nin en azından hat boyundaki yörelere dağıtımı konusunda ne kadar yol alınmıştır? Türkiye’nin getirdiği bu gazı örneğin Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Karadeniz hatta Akdeniz’deki potansiyel tüketicilere ulaştıracak iç boru hattı ağı hazır mıdır? Ya da ne zaman hazır olacaktır? Anlaşmalar ile kesin geliş tarihi belli olan doğal gazın, herhangi bir yeraltı depolama tesisi de ortada yokken, elektrik üretmek dışında nerede değerlendirilmesi planlanmaktadır? Bunların yanıtları tatmin edici değildir. Ayrıca planlamalarda da sorunlar bulunmaktadır. Yatırımlar bu konularda geri kalmıştır. Özellikle gelecekte bizimle gaz işinde ortaklık yapmak isteyen Yunanistan gibi ülkelerce de merak edildiği üzere, DPT ve BOTAŞ arasında var olan doğal gaz tüketim projeksiyonlarımızın güvenilirliği var mıdır? Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile yürütülen projelerde Enerji ve Dışişleri bakanlıkları arasında uyumlu bir çalışma yapılmakta mıdır?
Ne yazık ki bu sorulara bir planlama vardır ve uyum sağlanmıştır yanıtını vermek mümkün gözükmemektedir. Sık sık tartıştığımız Türk Boğazları’nın durumunu, hem doğal gazda hem de petrol için, hedef piyasa olan Avrupa Birliği ülkelerine objektif bir gözle anlatacak kapsamlı bir çalışma ortada yoktur. Bunun pazarlaması, tanıtımı, yapılamamaktadır. Türkiye’nin hem enerji hem dış ilişkilerden anlayan uzmanlardan oluşacak, ülkemizi yeni yüzyıla hazırlayacak plan ve projeksiyonlar yapan, öneriler geliştiren ve daha da önemlisi bugüne kadar pek çok enerji projesinde başımızı çokça ağrıtan devlet kurumları arasındaki koordinasyonsuzluğu giderecek etkin ve özerk bir “Stratejik Danışma Kurulu” benzeri oluşumu yoktur. Burada içinde deneyimli özel ve kamu kökenli insanların yer aldığı bir organizasyona gitme ihtiyacı yüksektir. Ama bu Enerji Üst Kurulu’nun dışında ve daha geniş ufuklu bir yapılanma olmalıdır. Türkiye’nin enerji politikaları ile sanayileşme politikaları arasında bir eşgüdüm sağlanamamaktadır. Enerjide olmayan şeyler bunlardır. Bunları çözemezsek karanlıkta kalmaya devam ederiz.
Haberleşme tekelinin özelleştirilmesi
Türk Telekom’u özelleştirmeye çalışırken, tekelleşmeyle ilgili uluslararası bir anlaşmayı göz ardı ettik. Bundan 10 yıl önce Thatcher İngiltere Başbakanı olduğu günlerde Avrupa ülkeleri “Deregülasyon Anlaşması” diye bir metne imza koydular. Türkiye biraz gecikerek de olsa bu anlaşmayı imzaladı. Anlaşma 2003 yılı sonunda haberleşmedeki bütün tekelleri kaldırıyor. İster devlet, ister özel sektör, haberleşme hizmetlerinde tekel konumunda olamayacak. Çok değil 2004 yılının ilk günü, isteyen herkes koşullarını yerine getirdiği takdirde, haberleşme sektörüne girebilecek. Türkiye’nin çözemediği sorun güvenlik konusunda. Silahlı Kuvvetlerin isteklerine karşı takınılan anlamsız tutum sorunun özünü oluşturuyor. Sonra küçük küçük oyunlarla IMF istekleri ile Türkiye’ninkileri uzlaştırmak yerine, dayatan bir tutum var Ankara’ya karşı. IMF kriz çıktı, hükümet dağılıyor haberini alana kadar bastırıyor da bastırıyor. Paralarını almaya alıştık, emirlerini almak konusunda da hızla ilerliyoruz. Biz egemenliğimize sahip çıkamadıkça elbette başkaları onu kullanacak. Bunlar daha ilk uygulamalar. Şimdi sırada Kıbrıs var. Bakın başımıza ne çoraplar örecekler. Havuç borç para, sopa kötü ekonomi. Kırk katır mı, kırk satır mı ?