21 Mayıs 2003
Türkiye için AB bir ulusal hedef. Bu hedefle ilgili olarak iç tartışmaları, siyasi malzeme haline getirerek, bir taşla iki kuş vurmak isteyenler var. Bunların derdi AB’ye girmek değil. Türkiye’de rejimle ilgili amaçlarına ulaşmak istiyorlar. Sorun olarak içeride, dışarıda aynı kaynak sürekli hedef gösteriliyor: Türk Silahlı Kuvvetleri.
Türkiye için sadece savunma amaçlı bir kurum olmayan ordu, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının cumhuriyet devriminin de önemli bir kalesi. Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, Amerika’da olduğundan daha farklı bir rejim bekçisi değil aslında Türk ordusu. Ama Türkiye’de darbeler süreciyle işlevi konusunda tartışmalara da neden olmuş bir güç. Bu gücün iç yansıması Türkiye’nin nereye gitmek ya da götürülmek istediğiyle ilgili tartışmalar sırasında hemen gündeme geliyor. Çünkü Türkiye’de bir karşı devrim hazırlığında olan Radikal İslamcı güçler, başka tartışmaları kendi düşüncelerine malzeme yapmak ustalığını sergiliyorlar.
* * *
Türkiye eğer ordusundan, iç ve dış savunma gücünden fedakarlıklarla, yoksunluklarla AB’ye girecekse, o zaman oturup bir kez daha düşünmekte yarar yok mu?
Almanlar, Fransızlar, İngilizler silahlı güçlerinden feda ederek Amerika karşısında hangi duruma düştüklerini gördüler. Fransızlar bir nebze idare ediyor. Ama ya diğerleri? Onlar daha AB içinde konulan kriterlere tam uyum sağlayamamışken, bize dönüp ordumuzu gerekçe göstererek yeni kabul etmeme mazeretleri yaratacaklarsa, bu numarayı yememeliyiz.
Türkiye’nin bugün ayakta kalan en önemli ve güçlü kurumu ordu. Ordunun şu veya bu siyasi görüşle yakınlığı veya uzaklığı yok. Onun rejim ve ilkelerle ilgili değerlendirmeleri var. 27 Mayıs liberal demokrat, 12 Mart sağcı, 12 Eylül İslamcı darbeydi bana soracak olursanız. Bunların oluşmasında da en çok Avrupalı güçlerle Amerika’nın etkisi oldu. Sonuçları açısından baktığınızda kimler gitmiş, kimler gelmiş? Neler yapılmış? Bunları iyi değerlendirmek gerek. Ben Türk ordusunun beceremediği yegane işin siyaset olduğuna inanıyorum.
* * *
Ordunun siyaseti yok. En önemli nokta da bu. Ordunun siyasi kimliği olmayınca, Türkiye’de halkın gözündeki yeri de kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ordu, halkın gözünde Türkiye’nin ve devrimlerin bekçisi. Bunu içeride ve dışarıda herkesin anlaması gerekiyor.
Bana göre büyük hatalarla sonuçlanmış darbeler ve muhtıralar dönemi, geldi geçti. 12 Eylül kadar büyük bir hata var mı? Türk ordusu bile sonuçları açısından en ağır eleştirileri yaptı 12 Eylül için, 28 Şubat döneminde. Şimdi bu geçmiş olayları bazıları nalıncı keseri misali yontup kendilerine malzeme çıkartıyorlar.
Ama kendi koşullarına baktığınız zaman sorunu çözemeyen, çözmekten kaçınan, uyuşamayan, anlamayan, anlaşılamayan siyaset önce çatışmayı, sonra da neredeyse iç savaşları ve terörü yaratınca, ordu da bu hatalar zincirindeki yerini almış darbeler sürecinde.
* * *
12 Eylül ve öncesinde Türkiye’de yaşanan terör ve ölen beş bin 500 insanın kaybında Sovyetler’e karşı Türkiye’yi ileri süren Avrupa’nın ve Amerika’nın rolü yok mu? Onlar terör karşısında farklı mı davranıyorlar? İngilizler’den İRA’ya karşı yapılanların, Amerika’dan 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan özel hukuk ve askeri yargı tutumunun hesabı sorulabiliyor mu bugünün dünyasında?
Yanlışları alt alta toplayınca doğruya ulaşılmıyor. Hatalardan ders alamazsak, geleceği nasıl kuracağız. Bugün tek kurumumuz ordumuz. Onu da AB kaprisiyle yapılandıracağız diye yıkarsak, Türkiye’den geriye ne kalacak? AB veya diğer güçler gözümüzün yaşına bakacak sanıyorsanız, aldanırsınız. Bugün Türk ordusu güçlü olmasın, AB de Amerika da gelir bu topraklarda gözümüzün içine baka baka bizi müstemleke ahalisi yaparlar. AB’ye evet ama Türkiye’nin savunmasız bırakılmasına hayır diyorum.