21 Nisan 2003

Türkiye’nin maaşlar dahil 11 milyar dolarlık savunma bütçesinin 4 milyar doları dış alımlara gidiyor. Bunun yaklaşık 700 milyon dolarını iş takipçilerine ve rüşvete veriyoruz. Uluslararası rayici yüzde 2.5 olan rüşvetin, Türkiye’de yüzde 5’ten bile yukarıya çıktığını, bunun da direkt maliyete yansıtıldığını aktarmış olayım.
Bu durum ulusal savunma sanayiinin gelişmesinin önündeki en ciddi engel. Rüşvet ve iş takipçiliği kurumsallaşmış bizde. Bunları aşmak öyle zor ki! Ayrıca dokunulduğunda çok gürültü çıkartan bir kirlilik nedeni silah işindeki rüşvet çarkları. Bu çok ciddi kirletme ortamına da, ulusal savunma sanayiinin kurulması engel oluşturuyor. Türkiye’de silah satımında etkili olan adlar ve şirketler kurdukları vakıflar ve paravan yapılar yoluyla etkili devlet görevlilerini sıkı sıkıya kendilerine bağlıyor ve kirli çarkların bir parçası haline dönüştürüyorlar. Ondan sonra da şantajla, tehditle ülkenin yönetimine, politikalara müdahale ediyorlar.
Savunma sanayiinde ortalama bir ürünün (Projenin yapısına bağlı olarak) üretilmesinde maliyetlerinin yüzde 25’i araştırma ve geliştirme faaliyetlerine gidiyor. Türkiye, bu yolla farkında bile olmadan yabancı ülkelerin yeni teknolojiler yaratmasını da finanse eder duruma düşüyor. Buraya giden paranın bir bölümü Türkiye’de Ar-Ge faaliyetleri için harcansa ulusal savunma sanayii kurulabilir.
* * *
Savunma sanayiinin içinde bulunduğu güçlükleri anlatmak amacıyla bu yıl dönemin Başbakanı Abdullah Gül’e bir rapor sunan TOBB yetkilileri, sektörün endişe verici durumda olduğu mesajını iletti. Raporda özetle şu bilgiler aktarıldı:
‘Türk Ordusu’nun ihtiyaç duyduğu ürünlerin alımları Batılı çok uluslu firmalara kaptırılmaktadır. İç üreticiye ayrılan dilimin kamu ağırlıklı şirketlere verilmesi nedeniyle (Şimdi bir zorunluluk, doğrusu da bu ama gelecekte mutlaka özel sektöre kaymalı; T.Ö) ileride sıkıntılar doğabilir. Başta ekonomik kriz olmak üzere birçok etken savunma sanayiini zora sokmuştur. Muhtemel Irak Savaşı üretim yerine yardım ve doğrudan dış alımları artıracaktır. Bu da yerli savunma sanayiini yıpratacaktır. Son olarak 688 milyon dolarlık M60 tank modernizasyonu projesinin neredeyse tamamı İsrail IMI firmasına verilmiştir. Çoğunlukla yurtdışı firmalardan alınmakta olan silah, malzeme ve teçhizatın Ar-Ge’ye dayalı tedarik sistemi içinde yurtiçinde üretilmesi ve geliştirilmesi için devlet uzun vadeli tedarik planları çerçevesinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır.’
‘Geçen aylarda Amerikan Boeing firmasına verilen uçak ihalesinde yerli katkı oranı çok az tutulmuştur. Bu ihale ile kontrata bağlanan 1.2 milyar dolar değerindeki AEW&C uçağı projesinde yerli firmalar devre dışı bırakıldı. Türk Savunma Sanayii’nin, hatta genelde tüm reel sektörümüzün büyük ölçüde katkı verebileceği böyle bir projenin sadece kamu ağırlıklı şirketlerle yürütülmesi yanlıştır. TSK’nın ihtiyacı olan askeri alımların iç pazardan temin edilen miktarı 3 sene önce 1 milyar doların üzerinde iken, kriz sonrası geçen yıl 800 milyon dolar seviyesine kadar düştü.’
* * *

Cumhuriyetimizin ilk döneminde bugün arzulananlar gerçekleştirildi. Örneğin; 1924 yılında Gölcük Tersanesi kuruldu, bu tesiste 1936 yılında denizaltı yapımına başlandı. 1932 yılında tabanca, 1941 yılında Polonya patenti altında Etimesgut’ta 120 adet uçak üretimine geçildi. 1950 yılında, daha önce kurulmuş bazı mühimmat tesisleri birleştirilerek Makine Kimya Endüstri (MKE) oluşturuldu. Sonrası ise 1975 yılında ASELSAN’ın kuruluşuna kadar kayıp yıllar. Turgut Özal ve yeni savunma sanayii hamlesine kadar da ciddiye alınacak bir şey yok. Oysa savunma sanayii konusunda 1975’te harekete geçen İsrail bu konuda dünyanın 5 büyük ülkesinden biri olmayı başardı. Atatürk farkının altını bir kez daha çizmek gerek.
* * *
Ulusal savunma sanayii konusunda pek çok duyarlılıklar oluşmaya başladı. Herkesle konuşuyorum. İnsanlar kurumlar olayın önemini anlatıyorlar. Ama nedense bir türlü adım atılamıyor. Çünkü; ‘Ulusal Savunma Sanayii=Devlet politikası + Siyasi irade + Yeterli kaynak + Ulusal teknoloji politikası’ demek. Türkiye gibi kafası karışık ülkelerde bunları yan yana getirmek ise çok zor. Çünkü bütün kavramlarımız karışmış durumda. Ulus ve devlet konusunda bile ortak düşüncelerimiz tartışılıyor.
Ulusal savunma sanayiinin oluşması için öncelikle siyasi bir iradenin oluşması ve devlet politikasının belirlenmesi şart. Böyle bir yapıyı oluşturmak için bugün çalışmalara başlansa ulusal savunma sanayiinin kurulması ve bunun ilk meyvelerinin alınması için 5-10 yıllık bir süreye ihtiyaç var. Bu süre içersinde, devletin düzenli şekilde bu konuya kaynak aktarması lazım.
* * *
Orduya yöneltilen, yerli sanayiye gereken önemin verilmediği yönündeki eleştiriler gerçekçi değil. Ordunun birinci önceliği, bütçesi çerçevesinde Türkiye’nin güvenliğini sağlamak. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafi ve siyasi koşullar dikkate alındığında, ordu bu konuda son derece pragmatik olmak durumunda. İhtiyaç duyulan, teknoloji ve sistemleri en hızlı ve pratik şekilde karşılamak zorunda. Bu nedenle ulusal savunma sanayiinin oluşturulması, ordunun sorumluluğu olarak algılanmamalı; bu konu bir devlet politikası olarak kabul edilerek, her siyasi iktidar döneminde kesintisiz olarak takip edilmeli. Hükümeti bu noktada göreve davet ediyorum.