19 mart 2001
Üstümüzde bir karamsarlık… Kime sorsam “ört ki ölem” diyor. Hiç yakışmıyor, yakışmıyor. Mezarlarından çıkıp neredeyse ölüler, silkeleyecekler her birimizi… Ne oluyor size diye… Ne oluyor bize? Ne bu halimiz!
Biz… En çok bize benzeyen bizler…
Yaşamın mucizesi Anadolu’nun sahibi olanlar. Tanrıların, kültürlerin, sevdaların, acıların, mutlulukların ve en önemlisi umutların sahibi olan bizler… Güneşin çocukları. Ne çabuk unuttuk zenginliklerimizi? Yaşamın mutluluklarını ve sürprizlerini ne çabuk tükettik? Namussuzun suratına limon satıp helal parayla eve dönme gururunu övüne övüne söyleme mutluluğunu ne zaman rafa kaldırdık? Ne oluyor bize? Kıtlığı, yokluğu, yoksulluğu hiç mi görmedik? Hiç mi kandırılıp, aldatılmadık? “Dört yanımız puşt zulası” olmadı mı hiç? Sırtımızda hangi zaman hançer eksik oldu? Ne zaman umutlarımızı aş, hayallerimizi yorgan yapmadık ki? Korkaklar, ahır kaçkınları savaş zengini olmadı mı? Düyun – ı Umumiye’nin memurları değil miydi ekmeğimizin yarısını, hatta zaman zaman tamamına yakınını alıp gidenler? Sadece ekmeğimizi mi alıp gittiler?
Daha yüz yıl geçmedi bile. Süpürge tohumu, ot yiyip; un dışında her şeyle ekmek yapan ulus biz değil miydik? Daha dün değil miydi aç ve açıkken hem de, özgürlük ve bağımsızlığımızı elimizden almak isteyenlere haddini bildirenler? Biz değil miyiz “toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çok” olanlar? “Korkak, cesur, cahil, hakim ve çocuk” biz değil miyiz? Biz değil miyiz “uyup hainin iğfasına” “ekmeğimize, aşımıza göz koyanlara” satıp ruhlarını ağlamaklı, bin pişman af dileyenleri affedenler?.. Gönlü gani, yüreği yufka, ellerinin nasırından çınar yetiştirenler. Biz değil miyiz?
Altındağ’ın, çinçin’in, Sarı Gazi’nin aç biilaç çocukları? Bizim ne zaman karnımız doydu? Varoşun, üstüne kışın kar, yazın toz yağan bebelerine haksızlık etmeyin. Onları ellerinde kalan tek şeyden; umutlarından ve hayallerinden koparmayın. çocuklarını doyurup aç yatarken şükredenlere haksızlık etmeyin. Şimdi ne oldu da bittik? Biz biter miyiz? Ekonomik kriz, siyasi kriz bizi bitirebilir mi?
Bitiremez. Neden mi? Nazım ustanın Kuvayı Milliye Destanı’nda dediği gibi:
“Namussuzun biriydi Mansur (İngiliz ajanı), muhakkak.
Düşmana satılmıştı, orası öyle.
Kaç kişinin başını yedi, malum.
Ama ne de olsa,
Mehtapta herif beygirin üzerinde uyumuş geliyordu.
Demek istediğim,
Böyle günlerde bile, böyle bir adamı bile bu çeşit öldürüp
Ortalık duruldukta, yıllarca sonra mehtaba baktığın vakit
Üzüntü çekmemek için,
Ya insanlarda yürek dediğin taştan olacak,
Yahut da dehşetli namuslu olacak yüreğin.
Kazım’ınki taştan değildi çok şükür, fakat namuslu.
Ne malum? Dersen:
Dövüştü pir aşkına, yaralandı birkaç kere ve saire.
Ve kavga bittiği zaman,
Ne çiftlik sahibi oldu, ne apartıman.
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
Kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…”
Vatan satacak olanlar var diye vatan olmaktan çıkar mı? Hırsızı, uğursuzu, beceriksizi çok diye, teslim olunur mu? Nedir üstümüzdeki kötü hava? Silkinip atmanın vaktidir. Bütün kötülüklerden sıyrılıp çıkmanın vaktidir. Ey halkım umudunu kesme güneşten. Her gecenin bir sabahı mutlak vardır.
Bu ülkeyi ve insanlarını yönetemeyenler gider, yerine halk yenisini seçer… Başaranı bu halk baş tacı eder… Başaranlar mutlak çıkar… işçiler, memurlar, emekliler, işsizler, kadınlar, erkekler üretin, isyanınızı belirtin ve dayanın… Patronlar! Paylaşın… Daha çok paylaşın… Göreceksiniz paylaştıkça çoğalıp, büyüyeceksiniz… Üretip, satacağız, tüketeceğiz. Çocuklarımız için geleceği kuracağız. Acılarla, gözyaşlarıyla, zafere yürüyeceğiz.
Rantiye olmaktan şimdi utanılmayacak da ne zaman utanılacak? Hırsızın, namussuzun, hortumcunun yüzüne tüküre tüküre yürüyeceğiz. Bu yolda yanımızda olmayanları bundan sonra asla affetmeyeceğiz. Çünkü biz iki tarafı keskin milletiz… En çok bize benzeriz… Biz Türkiye’yiz… Anadolu’yuz… Unutmayız… Asla bitmedik, yenilmeyiz.