21.12.2000
‘1991’den beri giremediğimiz koğuşlara girdik’ sözü, müdahalenin başarılı olduğu anlamına gelmez; cezaevlerinin bu hale düşmesine yol açanlara hesap sorulmazsa, durum aynen sürer
Tuncay ÖZKAN
Prof. Dr. Özcan Köknel, Türkiye’de insanların birbirleriyle iletişimleri noktasındaki açmazı ne güzel tarif etmiş:
“Saldırı, savunma ve karşı saldırı…”
Yani savaş mantığıyla bakıyoruz her olaya. Çatışmadan sorun çözmemiz mümkün değil. Çözümü bir yana bırakın konuşmak mümkün değil.
Cezaevlerinde yaşananlara baksanıza. Çeteler, mafya babaları koğuşlarından salladıkları Türk bayraklarıyla operasyonu destekliyorlar. “Çeteler halka hesap verecek” diye bağıran siyasi mahkûmlar jandarmayla çatışıyorlar… Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ‘F’ tipi cezaevlerini anlatırken, terör ve mafya suçlularının buralara nakledileceğini üstüne basa basa söylemişti. Yani aynı kaderi yaşayacak insanlar birbirine düşman. Cezaevlerini insan hakları bakımından çıkartılması gereken yasaları çıkartmadan açmam diyen bakan, ‘F’ tiplerini yürürlüğe koyuyor. Yani şu anki uygulamayı eleştiriyor, ama uygulayan kendisi. Çelişkinin yamanlığına bakın…
Aydınlar da yattı, siyasiler de
Cezaevleriyle ilgili düzenlemeleri en çok savunanlar ile karşı çıkanlar, daha önce cezaevlerinden geçmiş insanlar. Bugün medyanın üst düzey yönetiminde bulunan sağcı veya solcu aydınlar. Hatta bazıları Mamak Askeri Cezaevi’nde ‘tabutluk’ görmüş, orada kalmış.
‘F’ tipini uygulamaya koyan hükümetin kabinesinde onlarca cezaevi görmüş bakan var. Ama ne onlar aralarında konuşuyor, ne de dışarıdakiler. Onlar konuşup, Türkiye anlamayınca, anlaşamayınca olan düzenin pisliğini temizlemek isterken teröre bulaşan fukara çocuklarına oluyor. Onlar en kolay ölüyor, en kolay dayak yiyor. Ama onları yaşatmayı becermek veya onurlarını, gururlarını, Türkiye üzerine aşklarını, sevdalarını doğru yola koymak adına hiçbir şey yapılamıyor. Sağcısı, solcusu ya ‘Memet’ olup şehit oluyorlar ya da Ahmet, Ali, Hasan olup çürüyüp toprağa karışıyorlar. O terörist dediklerimizin büyük bir bölümünü kazansak, Türkiye o kadar büyük bir yol almış olur ki…
Süleyman Demirel bile Deniz Gezmiş’lerin idamı için ‘hata’ dediğine göre, gerisini düşünün. Suçlunun insan olduğunu ve insanın hukuka ihtiyacı bulunduğunu unutmamalı. Bugün bakan ve milletvekili olanlar dün pankart astıkları, adam yaraladıkları için yok edilseydi, bugünkü kabinenin ve Meclis’in yarısı olmazdı. Kendimiz için istediğimiz ve uygulandığında mutlu olduğumuz müsamahayı başkalarından neden esirgeyelim? Türkiye, insanına ve insanının sağduyusuna güvenmezse, kime güvenecek? Cezaevlerine girildi ya, ayıptan kurtulmuş iktidar bağırıyor, “Biz adamı böyle yaparız!” Vah ki vah… Cezaevleri sanki başka ülkenin cezaevi, oradakiler de başka bir ülkenin insanları… Sonra o ağızlardan toplumsal barış lafı çıkınca kimse inanmıyor tabii. Bir de solcu olmayı ayıp zanneden kafalarla nasıl barış yapılacağını bilen birisi varsa anlatsın öğrenelim.
Milletvekili ‘Kandırıldım’ diye Adalet Bakanı’nı suçluyor, bakan söylediklerinin neredeyse tamamını yutmuş bir siyasetçi olarak ‘barış’ masalından parçalar okuyup, bu işten kurtarmaya çalışıyor.
İktidar vuruyor, kırıyor, üstünlüğünü en iyi şekilde gösteriyor da suçlu olsun ya da olmasın, insanlarını, ne cezaevinde ne de sokakta korumayı, kurumlarına sahip çıkmayı, yaşatmayı, büyütmeyi, geliştirmeyi bir türlü beceremiyor. MİT’çiler durup durup en güzel lafı etmiş oldular galiba. ‘Devlet anaları kazanamıyor’. Anaları kazanamayanlar çocuklarını nasıl kazanacaklar? Bugün geçti… Yarın?..
Şimdi cezaevlerine 1991’den bu yana girilemediği sözleri ve bunun bir adalet bakanı tarafından itirafı orta yerde dururken kim, kimi neyle suçlayacak? 1991 yılından bu yana sayım alınamıyor demek, bugünkü bakanı da geçmiştekileri de kurtaramaz. O cezaevinden sorumlu olanlar 1991 yılından bu yana neyi, neden yapamadıklarını açıklamak zorunda değiller mi? Savcılar bu konuyu soruşturmayacaklar mı?
Siyasi tutukluların bulunduğu bölümlerde durum böyle, peki ama mafya ve çete başlarının eline geçen diğer bölümlerde farklı bir durum mu var? Oralar ne olacak? Mafya ve çete başlarının cezaevi iktidarı nasıl sona erecek?
Ben, Adalet Bakanı Türk’ün hukuk adamlığı ve temizliği konusunda pek çok olumlu yazı yazdım. Buna inandım. Ama bugünkü açıklamaları yapan insan ile dün hukuk ve insan hakları diyen insan arasında fark ve çelişkiler var. O en azından ne yaptığını bilen bir devlet adamı olarak küçük oyunlarla tarihte yer bulamayacağını biliyor sanıyordum. ‘F’ tipleri ile ilgili ne söylediyse, bugün tersini savunuyor. Af konusunda hangi rahatsızlıkları dile getirdiyse, bugün onların arkasında duruyor. Size ne oldu sayın bakan? Siz ki koltuk ve kırmızı plaka hırslarını bırakmış bir insan görüntüsündeydiniz. Sizi tanımakta zorlanıyorum. Bugün söyledikleriniz ve yaşananlar siyasetin gereği ise, sizi siyasetin değil gerçeklerin gereğini yerine getirdiğiniz için takdir ediyorduk biliniz.
Cezaevlerine operasyon kararı değildir eleştirdiğim. Yaptığınız pazarlıklar sırasında söyledikleriniz ile bugün söyledikleriniz arasındaki çelişkilerdir. Siz hiç pazarlığa girişmeden operasyon yapmış olsaydınız, bugün daha da büyük olurdunuz.
Ama iktidarınızın her sıkıştığında başvurduğu yöntemlerden birine kurban oldunuz gibime geliyor. Altta kalınan gündem maddesini, bir kriz veya şok gündemle ortadan kaldırma. Bu nereye kadar sonuç verir bilemem, bildiğim, her olay, bir diğerini halı altına itiyor, ama hiçbir şey ortadan kalkmıyor.
Tantan rahatladı
Cezaevi operasyonları polisin sorunlarını çözmek yerine onları tehdit eden, polis yürüyüşünden dolayı sıkışan İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ı rahatlattı. Ama cezaevi baskınları bir kahramanlık menkıbesi değil. İçinde olduğumuz aczin göstergesi oldu.
Şimdi yarın bir başka bunalım olduğunda ne yapılacak? Bazı şeylerle bu kadar oynanması size de yanlış gelmiyor mu?
Sevgili Perihan Mağden “Yazılarında eskisi kadar umut yok” dedi. Doğru. Temiz toplum mücadelesinde umutlarımı bir başka bahara erteledim. Parlamentoyu devre dışı bırakan, sansasyonel operasyonlarla Türkiye’nin temiz toplum umutlarını üç kuruşluk siyasi çıkarlarına alet eden, sadece Meclis’i değil; yurttaşı ve sivil toplum kuruluşlarını, hukuku dışlayan bugünkü anlayış, umutlarımı ertelememdeki başlıca neden. Umut insanın içinde ve aklında bulunan en değerli şey. Onu yitirmek mümkün değil. Çünkü nasıl bundan önceki yöneticiler o umudun sönmesi için ellerinden geleni bilmeden veya bilerek yaptılarsa, bugünküler de aynı mantıkla olaylara yaklaşabilirler. Yarın da umutsuzluk ekenler olabilir. Önemli olan onlara karşı da varolmayı başarmak değil mi?
“Umut fakirin ekmeği, ye Memet ye.” Bu ekmek ne şişmanlatıyor, ne öldürüyor. Fazlası yarar, azı zarar…