25 Nisan 2002
Yurttaşlık bilincinin en önemli zirvelerinden biri vergi. Vergi ödemek vatandaş olmanın, kamu otoritesinin karşısında birey olarak hak ve özgürlük mücadelesi verebilmenin ilk adımı. Devlet olmak da vergi toplamakla başlayan bir ödevler silsilesi. Vergi, yurttaş ile onun organizasyonu olan devletin ortak kararlılığının simgesi. Birlikte olmak ve birlikte büyümek noktasındaki irade beyanı.
Klasik devlet vergi toplayan, asker alma işini yapan, para basan güç değil miydi? Klasik yurttaş da devlet organizasyonunda bunları kabullenen kişidir. Modern zamanların devlet ve yurttaş ilişkisinde de vergi ve oranları, alındığı kesimler, toplanan paralarla yapılanlar ve yapılacak olanlar açısından en güçlü bağı oluşturuyor. O yüzden Amerika ve diğer Batı toplumları vergi toplama adaletleriyle ön plana çıkıyorlar. Aynı gerekçelerle, ama olumsuz olarak Türkiye devleti de hep göz önünde ve tartışmaların içinde.
Namuslu vatandaş
Önümüzdeki hafta Türkiye’nin gündemini yine vergi belirleyecek. Çünkü hükümet vergi affı çıkartmak istiyor.
Yani hükümet diyor ki: “Ben vatandaşlarımın namuslu olanlarından vergimi aldım. Onlar kazandıklarını beyan ettiler ben toplayacağımı topladım. Ama bir grup var ki onlardan vergi alamıyorum, bir de hırsız takımı var onlarla baş edemiyorum. Mecburum af çıkartacağım…”
Aynı mantıkla devlet cezaevlerini boşaltmıştı. Başımıza gelenleri gördük. Şimdi vergide de aynı felaket yaşanacak. Namuslu yurttaş bundan sonra neden vergi versin? Niye af beklemesin? Neden o da tıpkı devletin sözünü geçiremediği büyük götürücü kitle gibi af çıkar nasıl olsa deyip parasını değerlendirmesin?
Vergi, devletle yurttaş arasındaki bu en önemli bağ, güvensizlik üzerine kurulursa gelin gerisini siz düşünün.
Karşılıklı ödev ve sorumluluklarla sağlamlaştırılan devlet ile yurttaş arasındaki bağ, ne yazık ki Türkiye’de iktidarların kötüden yana verdikleri tavizler nedeniyle, sürekli zayıflıyor. Oysa modern devletler bu bağı güçlendirmek için çabalıyor.
Bir İngiliz öyküsü
Bir İngiliz öyküsü vardı. Aklıma geldikçe devletin ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini anlatıyor bana. Şöyle:
“İngiltere’de yargıçların maaşı yok. Onun yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri var. İşin genel kabul görür karşılığını hakimler biliyor ve maaşlarını ona göre ayarlıyorlar. Çekler buna göre yazılıyor. İngiliz devleti hakimlerine bu kadar güveniyor yani.
Bir gün hakimlerden biri bir bankaya gidip 1 milyon poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş. Tabii ortalık birbirine girmiş. Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyeceklerini söyleyip hemen İçişleri Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı’na, Başbakanlığa telefon etmişler. Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: ÖDEYiN!
Gel gelelim bankada o kadar nakit yokmuş. Hakimden ertesi gün gelmesi rica edilmiş. Ertesi gün para bir bavul içinde hazırmış. Aradan birkaç gün geçmiş. Hakim çıka gelmiş. Parayı bankaya geri vermek istiyormuş. Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet Bakanlığı’nı aramışlar.
Derhal bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakime hareketinin sebebini sormuşlar.
Hakim, -öKraliçe’nin hükümeti bize gerçekten bu kadar güveniyor mu? Onu sınadım” cevabını vermiş.
Raporlar bakanlığa iletilmiş ve ayni gün hakim azledilmiş. Adalet Bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi söyle açıklamış:
“Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devlet ona asla güvenmez.”
Devlet, birey ilişkisi
Siz hiç Türk devletiyle bireyler, hatta kurumları arasında böyle bir ilişkinin olabileceğini aklınıza getirebiliyor musunuz? Vergisini toplayamayan, gücünün yettiğinden canını dahi almaya çalışan devlet oturup iyiden iyiye düşünmelidir, vergi affı çıkartmadan önce.