09 Mayıs 2003
Wolfowitz’in açıklamaları Türkiye’yi karıştırmış durumda. Herkes kendine göre bir yorum getiriyor. Wolfowitz, ABD’deki şahinlerin en önemli ismi. Bernard Lewis’in ideologluğunu yaptığı Irak Savaşı’nın, Richard Perle ile birlikte en önde gelen mimarlarından olan Wolfowitz’in söyledikleri önem taşıyor.
Zira, Wolfowitz’in, yıllardır Washington’da Türkiye’nin en önde gelen destekçilerinden olduğu da biliniyor. Hatta, dikkatli gözlemciler, Türkiye’de 2001 Kasım ve 2002 Şubat ekonomik krizlerinde, ABD Hazine Bakanı’nın olumsuz tutumuna rağmen, Türkiye’ye IMF aracılığıyla ekonomik destek sağlanmasını da Wolfowitz’in sağladığının farkındalar. Burada Kemal Derviş’in Türkiye’ye gelişindeki etkili adların başında da Wolfowitz’in bulunduğunu belirtelim. Onlar iki arkadaş zaten. Bu nedenle, Wolfowitz’in ifadelerinin duygusallıkla değerlendirilmemesi gerekiyor. Wolfowitz’in ifadelerinden yola çıkarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde nerde olduğumuzun ve ilişkilerin bundan sonraki seyri hakkında sağlıklı bir analizin yapılması gerekiyor.
Aslında bu açıklamanın sürpriz sayılmaması lazım. Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim üzere, Irak konusunda Türkiye ile ABD arasında yaşanan gelişmeler, Türk-Amerikan ilişkilerinde en azından Washington açısından bir ‘kriz’ olarak görülüyordu.
Ancak Türkiye’de hükümetin bu durumun farkında değilmiş gibi hareket etmesi ve Türk-Amerikan ilişkilerinde ‘nerde kalmıştık?’ şeklinde bir yaklaşım sergilemesi, Wolfowitz’in açıklamalarının tetikleyicisi oldu. Açıklama, Türkiye’de görülen, Amerika ile ilişkilerde sorun olmadığı, kalınan yerden devam edileceği, yürüyeceği yönündeki havayı dağıtmak amacına dönüktü ve başarılı oldu. ABD’li yetkililer, Türkiye’nin Irak konusunda sergilediği tutum nedeniyle uğradıkları hayal kırıklığını her vesileyle ifade etmekten çekinmiyorlar.
Ancak Ankara’nın son dönemde izlemiş olduğu Suriye ve İran’la yakınlaşma; sonuçtan sebep çıkarma mantığıyla, Irak politikasıyla Avrupa Birliği’ne yakınlaşıldığı gibi iddialar, ABD’nin hayal kırıklığının büyük ölçüde kızgınlığa dönüşmesine yol açıyor. Wolfowitz’in ‘sert’ üslubu bu kızgınlığı ve Türk-Amerikan ilişkilerinin Irak Savaşı öncesindeki düzeyde olmadığı gerçeğini yansıtıyor.
Türkiye’nin iki komşusu ile işbirliği yapmasından ve yakınlaşmasından ABD’nin rahatsız olmaya hakkı bulunmadığı söylenebilir. Ancak, dış politikada çoğu zaman girişimlerinizin amacından ziyade nasıl algılandığı önem taşıyor. ABD’ye göre, İran perde arkasından Şii kartını oynayarak Irak’ta nüfuz tesis etmeye çalışıyor ve işlerini zorlaştırıyor. ABD, Irak’taki BAAS rejiminden sonra Suriye’deki BAAS rejimini de hedef tahtasına oturtmuş bulunuyor. Bunu açıkça söylüyor ve
Dışişleri Bakanı Powell’ın neredeyse ‘ültimatom’ vermek üzere Şam’a gideceğini açıklıyor. Siz kalkıp İran ve Suriye ile yakınlaşmaktan ve işbirliğinden bahsediyorsunuz.
Hafızamızı yoklayalım, 1999’da dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ateş, Abdullah Öcalan ve PKK konusunda Suriye’ye yönelik sert açıklamalar yaptığında ve ardından bütün Türk yetkililer gereğini yapmaya hazır olduklarını açıkladığında, ABD Suriye ile işbirliğinden ve yakınlaşmadan bahsetse acaba ne düşünürdük?
Suriye ve İran, Türkiye’nin komşusudur ve Türkiye bu iki komşusuyla iyi ilişkiler sürdürmelidir. Ancak dış politikada zamanlama da önemlidir. Bunu ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmeye çalıştığı, Suriye ve İran’daki rejimleri hedef alarak bölgede bir yeni süreci başlatmak söylemiyle ortaya çıktığı bir dönemde,Türkiye İslam kartını kullanmaya kalktı. Olmadı. Elbette Türkiye, İran ve Suriye politikalarında özgür. Ama ya zamanlama..!
Suriye ve İran’la yakınlaşma stratejisi,
K. Irak’ta Kürt oluşumuna karşı geliştirilmiş bölgesel bir reflekstir ve netice alınamayacak, başarısızlığa mahkum bir yaklaşımdır. Çünkü İran ve Suriye Türkiye’ye zaten ideolojik olarak karşılar. Türkiye, neticede ABD’nin arkasında sürüklenecek bir ülke olmamalıdır, ancak ABD’ye kafa tutan, Fransa’nın peşine takılarak Suriye’yi ABD karşısında yalnızlıktan kurtarmaya sürüklenmenin de mantığı yoktur. AB bizi ABD karşıtı olduğumuz zaman içine alacak diye düşünenler yanılacaktır.
* * *
Wolfowitz’in küstahça bulunan tavrı bir yana-dostlukta olur-açıklamalarını ben şöyle yorumluyorum: Bugün Türkiye’nin sorunu, ne Amerika ne de AB ile ilişkilerdir. Esas mesele, Türkiye’nin hala kendisine dünyada nasıl bir rol biçtiğini bilemeyen, hedefi olmayan, var olan hedeflerini de gerçekleştirme iradesinden yoksun bulunan, gündelik hedefler peşinde koşan ve akıl ve mantık çizgisinden çok, reflekslerle hareket eden bir ülke olmasıdır. Bunun üstesinden gelinmedikçe, Türkiye yalpalamaya ve her dalgada sürüklenmeye devam edecektir.