20.01.2000
Ölüm tarlasını Ekinci gösterdi
İşadamlarının ölüm emrini Hüseyin Velioğlu verdi. Yerlerini ise önceki akşam yakalanan Mehmet Emin Ekinci söyledi. Konca Kuriş eski Hizbullahçıydı. Velioğlu kaçırdıkları kadına ‘itiraf’ kasedi hazırlattı. Kuriş ‘Yanılmışım’ dedi ama kurtulamadı.
Ya gelme, ya dönme!
Konca Kuriş eski bir Hizbullahçıydı. Örgütün başkanı Hüseyin Velioğlu, Kuriş’i kaçırdıktan sonra bir itiraf kasedi hazırlattı. ‘Yanıldım’ diyordu Kuriş, ancak bu sözler kurtulması için yeterli olmadı
Tuncay ÖZKAN
Köktendinci terör ve tedhiş hareketlerini arkalarında bıraktıklarıyla değil, henüz yaşamadıklarımızla, geleceğe dönük olarak değerlendirmek gerçekçi bir yaklaşım olur. Çünkü Türkiye’de altyapısı olabildiğince geniş olan bu terör hareketinin kaynaklarının kurutulması anlamında hiçbir şey yapılmamaktadır. Ne demek istiyoruz? Yaşanan sorunun temelinde Türkiye’nin eğitimsiz, fakir ve istismara açık bıraktığı büyük kitleler var.
Düşünün aynı görüşte olan ama şiddeti reddeden arkadaşlarınızı, Allah’ın partisi diye tanıttığınız bir örgüt içinde dostları aracılığıyla çağırtıp bir araya toplayacaksınız. İnsanları çırılçıplak soyup, işkencede konuşturacaksınız. Sonra tek tek boğarak öldüreceksiniz. Satırlarla parçalayacaksınız. Bunu da Allah adına yaptığınızı iddia edeceksiniz. Bu vahşetin, istismarın Allah adına yapılıyor olması bile başlı başına dehşet verici bir olay.
Kaçırılan 11 İslamcı Kürt işadamının öldürülmesi kararını bizzat Hizbullah’ın kurucu başkanı olan Hüseyin Velioğlu verdi. Onları boğdurtan da, parçalatan da Velioğlu. Fetvalar ondan çıkıyor. Uzaktayken konuşulanlar kasede alınıp yollanıyor, o da karar veriyor: Boğun, parçalayın, gömün. Bunları Beykoz’daki operasyonda ele geçirilen askeri sorumlu Cemal Tutal ile İstanbul sorumlusu Edip Gümüş anlatmıyor. Onlar henüz suskun. İşadamlarının yerlerini söyleyen ve vahşetin ortaya çıkmasına yardımcı olan militan Mehmet Emin Ekinci. Mevlüt Atış sahte kimliğiyle önceki akşam polisçe yakalandı. Konuştu ve Hizbullah’ın İstanbul’un göbeğinde oluşturduğu ölüm tarlası ortaya çıktı. Türkiye’nin daha çok yerlerinde buna benzer ölüm tarlaları ortaya çıkacaktır.
Terörü yoksulluk besliyor
İşte bu yüzden olayın çözümüne yönelik hiçbir şey yapılmıyor diyorum. Bu cehaletle, açlıkla mücadele edilmezse, terörü besleyen en önemli kaynak olan yoksulluk yeni ve daha vahşi adamlarını sürer ortaya. Türkiye Hizbullah dahil köktendinci terör örgütleriyle 1960’lardan sonra gelişen siyasal İslami akımların yükselişiyle tanıştı. Akıncılar ve diğer örgütlerde yetişen gençler daha sonra Hizbullah kadrolarını oluşturdular. İran’daki İslam devrimi ve sonrasında Türkiye’de yaşanan PKK terörü köktendinci terör örgütlerinin gelişimini sağladı.
İran destekli terör örgütleri, Türkiye’de radikal İslam anlayışı açısından önemli bir potansiyel oluşturdu. İran’ın devrim ihracı uygulamasının temel unsuru olan Hizbullah yapılanması, bu konuda ön plana çıkmaktadır. Türkiye, İran rejim muhaliflerinin sığındığı ülkelerden biri ve İran’ın siyasi ve askeri hasmı olması yüzünden, bu ülkeden beslenen radikal İslam taraftarı örgütlerin açık hedefi konumundadır. İran bu anlamda Türkiye’de istediğini gerçekleştirebilecek altyapıyı örgütler aracılığıyla kurmuştur. Türkiye’de bazı camilerin imamlarının atamaları İran’dan yapılmaktadır. İran kaynaklı bazı tarikatlar bu altyapıların oluşmasında etkin rol oynamaktadır. Ayrıca kaçakçılık sektöründe İranlıların etkinliği çok artmıştır. Bu da radikal İslami örgütlerin serpilmesinde etken olmaktadır. Hizbullah; Allah’ın askerleri, onların oluşturduğu partisi demektir. İslam devletini gerçekleştirme yolundaki tüm çaba ve faaliyetleri içerir. Böylece adam kaçırmak, öldürmek, bombalamak, intihar komandoları oluşturmak türü eylemlerin tümü İslamiyet’e uygun ve meşru bir hale getirilmektedir. Kum kentinde Ayetullah Mahmut Gaffari tarafından kurulan Hizbullah, ruh gibi her yerde olan, ama hiçbir yerde olmayan gizli bir örgüt olarak tarif ediliyordu. 1979’da Humeyni’nin desteğini alan örgüt, daha geniş örgütlenme olanağına kavuştu.
Hizbullah’i örgütler birbirlerinden bağımsız olarak yapılanır ve faaliyetlerini yürütür. Başka ülkelerde Hizbullah ajanlarınca belirlenen eyleme eğilimli kişiler İran’a getirilir, burada belli merkezlerde dini ve askeri eğitimden geçirildikten sonra ülkelerine gönderilir. 1986 yılında 30’dan fazla ülkeden gelen 17 bin kadar öğrenci bu eğitimden geçmiştir. Türkiye’den de önemli bir terörist kadro bu eğitimi aldı. Bu eğitimi alanlar Bahriye Üçok, Turan Dursun, Muammer Aksoy cinayetlerinde rol aldılar. Bunların içinde toplandığı örgüt Hizbullah’ın şehir kolunu oluşturan İslami Hareket’ti. İslami Hareket’in tüm kadroları İran’da eğitim gördü. İranlı ajanlarca eğitildi. Türkiye’de İran temsilcilerinden emirler aldılar. Bunların bir kısmı, Güneydoğu’da PKK karşıtı mücadeleleri nedeniyle güvenlik güçlerinin sempatisinden de yararlanıyordu. PKK ile mücadele eden Hizbullahçılara devletin belirli resmi kamplarda zaman zaman eğitim verdiği de ortaya çıktı. Bunlara örnek, Van’ın Gercüş ilçesi Çiçekli, Seki ve Gönüllü köylerinde bulunan kamplarda Hizbullahçıların eğitilmesidir. Hizbullah, örgüt olarak bu yüzden uzun yıllar gizlenmiştir. Ancak bölgede faili meçhul cinayetler artıp, olaylar kontrolden çıkınca, daha doğrusu kollanan teröristler İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerde ölüm makinesine dönüşünce, gerçek daha fazla gizlenememiştir. PKK terörüne karşı terör ateşiyle oynayan ‘uzak görüşlü’ bazı bürokratlar bunları başımıza bela ettiler. Bu huylarından vazgeçerler mi? Terörü terörle, kanı kanla bitirme alışkanlıkları, maşa kullanma istekleri sona erer ve hukuk devletinin gereklerini yapabilirler mi? Terörün bitirilmesindeki asıl karar noktalarından biri de budur. Terörü hukuksuz ve adaletsiz engelleyebilmek mümkün değildir! Ama öncelikle Türkiye’de tıkanan hukuk ve demokrasinin de önünü açmak gerekir.
Hizbullah-PKK işbirliği
Hüseyin Velioğlu, İlimciler kanadının lideriydi. İranda eğitim gördü. Takiye yaptı Güneydoğu’da güvenlik birimlerinin bazılarıyla birlikte işbirliğine gitti. Rakiplerini temizledi. Kürt-İslam tezi doğrultusunda daha sonra PKK ile birlikte PKK’ya bağlı ‘Yurtsever İmamlar Birliği’nde onlarla birlikte oldu. Melle Abdullah adlı önde gelen bir imam PKK tarafından öldürülünce Hizbullah ile PKK çatışması başladı.
Hizbullah devletin bölgedeki hatalarından yararlanmayı çok iyi bilmiştir. Devlet kadroları içinde bulunan ‘fahri imamlık’ müessesesi Güneydoğu’da Hizbullah’a çalışmıştır. Örneğin Batman ili merkezindeki 60 camiden 40’ında Hizbullah’ın taraftarlarının ağırlığı bulunmaktadır. Bu camilerin büyük bir kısmında fahri imamlar görev yapmaktadır. Bu fahri imamlar vasıtasıyla da Hizbullah örgütünün eylemlerinde kullandığı 13- 15 yaşlarındaki çocuklar (İran öğretisine göre en temiz ve saf eylemci kitlesi) camilerin yanlarında bulunan ve medrese olarak adlandırılan odacıklarda eğitiliyor. Nitekim Hizbullah’a yönelik Doğu ve Güneydoğu’da yapılan soruşturmalarda bu örgütün camilerde yerleştiği ve camilerin (İran öğretisi gereği) üs olarak kullanılıp faaliyetlerin buradan yönlendirildiği saptandı.
Türk Hizbullahı
Hizbullah örgütlenmesi Türkiye’de, İran’ da olduğu gibi sadece Şia kökenli bir özellik taşımamaktadır. Radikal İslami bir oluşum olarak, şeriat devleti için mücadele eden bütün unsurlar Türk Hizbullahı içinde var. Örgüt para kaynağı olarak devletin teşvik sistemini de kullanmıştır. Uğur Mumcu’nun katil zanlısı olarak aranırken, Almanya’ya kaçan ve sığınma izni alan örgüt yöneticisi Şefik Polat, devletten teşvik almış, bunun takibini DYP’nin ileri gelenlerine yaptırmıştır. Örgüt, kurduğu şirketler aracılığıyla ihale almakta, para kazanmaktadır. Belediyeler, vakıflar örgütün temel mali ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmaktadır. İslami vakıfların yöneticilerinin cezaevlerindeki Hizbullah militanlarına para gönderdikleri de saptanmıştır.
Hizbullah ve türevi örgütler, İran’ın ilişkilerine göre Avrupalı gizli servislerin yardımlarını almaktadır. Örgüt bilgisayar ortamında çalışma yapabilecek eğitim düzeyine sahiptir.
Hizbullah kaçırdığı pek çok kişiyi Kuzey Irak veya Güneydoğu’da yeraltındaki tünel köylerde saklamakta ve imamlarından talimat geldiğinde öldürmektedir. Hizbullah cinayetlerini, enseden sıkılan tek kurşun veya satır, balta gibi kesici aletlerle işlemektedir.
Hizbullah örgütünün semt ve mahalle imamları birilerinden intikam almak istediklerinde, bu kişileri üst şûraya haber vermeden, infaz etme yetkisine sahiptir.
Bu yolla Hizbullah’ın 500’den fazla kişiyi öldürdüğü tahmin ediliyor. Buna ‘kendiliğinden zuhur’ adı veriliyor. Üst şûranın karar aldığı infazları ise sadece sorgu ve silahlı kanat sorumluları gerçekleştirebiliyor.
Örgütün faal olduğu alanlarda devlet memurlarından (son operasyonlarda 100 kadar devlet memuru saptanmış ve tutuklanmış durumda) camilerde görevlendirilmiş çocuklara kadar geniş ve etkin bir istihbarat ağı bulunuyor. Örgüt elemanlarının evinde ele geçen dokümanlardan İran gizli servisinin izleme, izlemeye karşı durma gibi temel istihbarat notları da bulundu. Gizlilik örgütün birinci ilkesidir. Amaca ulaşılması için gerekirse yalan söylenir ve takiye yapılır. Örgüt için hırsızlık serbesttir. Ser verilecektir ama sır verilmeyecektir. Sır verenler öldürülür.
Sünbül de infaz edildi
Bu nedenle örgütün önemli adlarından Nesim Malki cinayetinin zanlılarından olan Mehmet Sünbül de örgüt tarafından infaz edildi. İşadamı Cavit Çağlar’dan şantajla para isterken, Hizbullah tarafından yeğeni Orhan Karaçöllü ile birlikte kaçırılan Mehmet Sünbül öldürüldü. Bunu nereden çıkartıyorum; Hüseyin Velioğlu’nun ölü ele geçirildiği evde yapılan aramalarda Sünbül’ün nüfus cüzdanı bulundu. Ayrıca bir video kasette de Sünbül’ü ölü olarak gösteren görüntüler var. Sünbül eski bir ülkücü iken, daha sonra Hizbullah saflarına geçti. Nesim Malki’nin öldürülmesi sırasında etkin görev aldı. Daha sonra İranlı bazı karaparacılarla birlikte olduğuna dair duyumlar aldım. Hizbullah içinde veya öldürüldüğünü sandığımı daha önce yazmıştım. Evet Hizbullah tarafından öldürüldüğü kesin artık. Bunun nedeni Sünbül’ün örgütten kopması ve başka bir İslami fraksiyon olan Yeryüzücülere katılması, ölümünün asıl gerekçesi olsa gerek.
Konca Kuriş de aynı içerikli bir cinayetin kurbanları arasında olsa gerek. Çünkü aynı evde yapılan aramalar sırasında Kuriş’in Hizbullah tarafından kaçırıldığı kesinleşti. Kuriş de eski Hizbullahçıydı. Döndü ve canından oldu. Velioğlu, Kuriş kaçırıldıktan 35 gün sonra bir itiraf kasedi hazırlattı. Bu kasette Kuriş bir sandalyeye oturuyor ve pişmanlıklarını dile getiriyor. ‘Yanıldım’ diyor. ‘Örgütü terk etmemeliydim’ diyor. Ama büyük olasılıkla bu canilerin elinden kurtulmasına yetmemiş sözlerinden çark etmesi. Ve o da öldürüldü diye düşünüyorum.
Hizbullah’ın elinde etkin bir bomba kullanma olanağı var. Hizbullah kendi köylerini, yeraltı sığınaklarını, hatta mezarlıklarını dahi oluşturdu. Kendileri dışında kimsenin girmesine izin verilmeyen köyleri bulunuyor. Bir operasyonda yakalanan Hizbullah militanı ile ilişkisi bulunan diğer örgüt elamanları ‘hicret’ adını verdikleri bir başka yere kaçma girişimini derhal gerçekleştirmekte ve saklanmakta… Şimdi Hizbullah için büyük göç zamanı. Ama bunlarla etkin ve gerçekçi bir mücadele verilmezse, çok yakında yeniden hortlarlar bilinsin. Bunların İslam’la bir ilgisi yok. Bunlar “Gelme gelme gelme. Gelirsen malını. Dönme dönme dönme. Dönersen canını” diye özetlenecek bir anlayışın temsilcileri.
İstanbul polisi bu operasyonda hiçbir yabancı gizli servisin desteğini almadı. İstihbarat, Terör ve Organize şubelerinin özverili çalışmaları ve Hasan Özdemir’in kalitesi operasyondaki başarıyı getiren. Kutlamak gerek bu insanları. Şimdi Velioğlu’nun evinde ele geçen binlerce sayfa belgenin, ses kasetinin, video kasetin, hard diskin inceden inceye elenmesi gerek. Bu başarıyla yapılmalıdır ki, Hizbullah gerçeğine bir adım daha yaklaşılsın.