03 Mayıs 2002
Hukuk hukuk, geldinse üç kere vur, bilelim geldiğini. Çünkü gittin gideli bizim buralar çekilir dert değil.
Artık Yargıtay basılıyor. Hem de Yargıtay Hukuk Genel Kurulu basılıyor. Üstelik kurul daha görüşmelerini sürdürüyorken, kapılar kapalı iken. Karar çıkmamışken. Çünkü Yargıtay’ın içinden haber gidiyor davalı tarafın avukatına, “Aman ağabey yetiş, dava elden gidiyor” diye. O da geliyor Yargıtay’a, basıyor kurulu, bağırtı çağırtı içinde. Tehditler savuruyor. Dava nasıl benim lehime sonuçlanmaz diye. Kendisine engel olunmasa hiç kimsenin alınmadığı o koridoru da aşıp girecek içeriye ve 40 kişilik yüksek yargıçlar topluluğunu da dövecek herhalde. Birileriyle önceden anlaşmış mı ne?
Yargıtay korunmalı
Yargıtay, Türk hukukunun en önemli kurumlarından biri. Belki de en önde geleni. Yüksek mahkeme. Temyiz, yani davalarla ilgili düzeltme ve aynı zamanda yargıçların yargı performanslarının, değerlendirildiği yer. Yanlışın düzeltildiği, doğrunun tescil edildiği yer. Uzunca yıllardır Yargıtay kulislerin, çıkar avcılarının saldırılarına maruz bırakıldı. İçinde bunlarla işbirliği yapanlar ne yazık ki çıktı. Ama bence sorunun en önemli boyutu bu saldırganlara karşı, kurumun büyük genelini oluşturan dürüst, namuslu ve hukukçu kitlenin bir araya gelip bunlara karşı duracak örgütlülüğü gösteremeyişi. Çünkü bugüne kadar, bunu sağlamak için çaba gösteren, saldırılara karşı önlemler alan Yargıtay başkanı göremedim ben. Hatta katil kumarhane patronlarının dostu, tatil arkadaşı olanları, siyasi kavgalarını önde tutup koltuklarını bunun için kullananları çok gördüm.
Kötü niyetle saldıranlara karşı önlem almaya niyetlenenleri de gördüm. Ama niyet yetmedi tabii ki.
Yargıtay’ın değerleri …
Şimdi bambaşka bir durumla karşı karşıya Yargıtay. Bir dava dosyası nedeniyle saldırıya uğradı. Yargılamasına müdahale edildi. Mahkemenin duruşması devam ederken içinden dışarıya bilgi sızdırıldı. Birileri Yargıtay’ı Yargıtay yapan değerleri ayaklar altına aldı.
Kahramanmaraş, Pazarcık’ta bir kamulaştırma olayı nedeniyle yaşanıyor bu saldırı. Baraj alanı olması nedeniyle kamulaştırılan arazinin parasını kendisi de yargıç olan ve emekli olduktan sonra avukatlık yapmaya başlayan kişi 15 yıl önce alıyor. Ancak şimdi 120 dönüm yerim fazladan kamulaştırıldı diye dava açıyor. Yargıtay 5. Dairesi kişiyi haksız bulmuş. Bunun üzerine kendisi de eski yargıç olan, yeni avukat daire başkanına telefonla tehdit bile savurmuş iddialara göre. Sonra iş genel kurulda ele alınmış ve kişi yine haksız bulunmuş. Devlet ile bu kişi arasındaki davada Yargıtay itiraz sürelerinin dolumu nedeniyle yapılan başvuruyu haksız buluyor. Haklı bulsa devlet bu kişiye 2 trilyondan fazla para ödemek zorunda kalacak. Mal sahibi daha önce de kamulaştırma bedeline itiraz edip, kazandığı dava nedeniyle devletten ek para da almış. Yargıtay bu kişinin aleyhine direnmiş, direniyor. Zorbalık burada başlıyor zaten.
Bu davayla ilgili olarak 15 gün önce yapılan ikinci genel kurul görüşmesinde davanın aleyhine geliştiğini haber alan avukat (eski yargıç) Yargıtay’da kimsenin alınmadığı genel kurul koridoruna kadar gelip içeriye 40 yargıcın bulunduğu odaya girmek istiyor, ama o sırada tutuluyor. Bunun üzerine bağırmaya, çağırmaya, hakaretler yağdırmaya başlıyor.
Nasıl oldu da bilgi sızdırıldı?
Burada taraf olan kişiyle itirazlarının hiç önemi yok bana gör. Burada Yargıtay’ın uğradığı saldırının ve bu saldırı olayının dayanaklarının büyük önemi var. Görülmekte olan bir davada, hem de Yargıtay Genel Kurulu’nun baktığı bir davada nasıl oluyor da dışarıya davanın seyriyle ilgili haber çıkabiliyor? Nasıl oluyor da hiç kimsenin alınmadığı o alanlara bu kişi alınıyor? Nasıl oluyor da ilgili daire başkanına bu konuda tehditler gidiyor? Yargıtay nasıl oluyor da bu durumlara düşürülüyor?
Adil Yargıtay istiyoruz
Şimdi bazılarının bıyık altından gülerek, “Belki de adam haklıdır” dediğini görür gibiyim.
Ama o zaman hukuka, hukukun üstünlüğüne inanan, bunun yaygınlaşmasını savunan insanların durumu ne olacak?
Hukuksuz devlet olur mu? Hukuksuz ülke olur mu? Hukuksuz yaşanır mı? Yargıtay bu olaydan hareketle ne yapması gerekiyorsa yapmalı, çürümeye neden olan bataklığı kurutmalı. Öyle değil mi Sayın Sami Selçuk?