04 Mayıs 2003
Yatılı okullu olmadım hiç. Ama eğitimini yatılı okullarda geçirmiş bir arkadaşımla konuştum. Bingöl’deki çocukların bir günü geldi gözümün önüne, burnumun direği sızladı:
‘Pencereleri hep gridir, yağlı boya. Koridorları gridir. Kahvaltı tabağında ya zeytin olur ya da peynir. İkisi birden hiç çıkmaz. Bayramlar dışında. Akşam saat 17:00’de yemek sona erer. Sonra saat 23:00’te zorunlu olarak uyumak durumundasınızdır. Acıkırsın. Aç kalınca da uyunur mu? Uyumak zorundasın, uyu. Uyumadan önce ekmeğin köşesine tuz ve biber döküp ‘Yat geber ekmeği hazırlarsın’ onu yutar hülyalara dalarsın. Ranzalar, ranzalar, ranzalar… Sabah zilidir beklediğin şey. O çocuklar asla depremi beklemezler. Uykudan kalkmak kahvaltı demektir. Bir arkadaşım vardı, sabah uykusunu çok seven. Akşamdan giyinir öyle yatardı. Sabah kalktığında 10 dakika daha uyuyabilsin diye…’
Bingöl’deki çocukların yerine koydum kendimi. Bunca derdin üstüne aile hasretini ekleyin. Zor, çok zor. O çocukların başına gelenleri, onlara reva görülenleri mazur görmek, affetmek çok zor, çok zor.
Gerçeklik duygusunu yitirmiş, kadercilik batağına saplanmış, iş üretmekten çok laf üretmeye ve her süslü lafı birer felsefik analiz saymaya başlayan toplumlarda sorun büyük demektir. Türkiye böyle bir ülke. İnsanlarının büyük kısmını eğitemiyor. Eğittiği insanları eğitimsiz, hırsız, yolsuz, namussuz insanların ürettiği çürük binalarda, olmadı trafik kazalarında yitiriyor. Sonrası bir felaket. Türkiye’nin bugünkü durumudur.
* * *

Bingöl’de o yavrular eğitimsiz bir müteahhidin, hırsız kontrolörlerin, başsız idarelerin, ahlaksızlığı ahlak sayan uyanıklığın kurbanı oldular. Dün, Bingöl’de halkı galeyana getiren zincirin halkalarından bazıları bunlar. Bunları düzeltmedikçe yapacak ne var? Hiç… Bir kocaman hiç.
Bingöl’deki depremi Türk bilim adamları aylar öncesinden haber verdi. Türkiye’nin genelinde Gölcük depremi sonrasında taramalar yapılıp hasarlı binalar saptandı. Sigortalar yaptırıldı. Bunların hepsinin birer büyük balon olduğu çıktı Bingöl depremiyle ortaya. Biz bizi kandırıp, kendi canımızla, malımızla dalga geçiyoruz. Kimse mevzuat yetersiz falan demesin. Bu konuda dünyanın en iyi mevzuatlarından birine sahibiz. Ama uygulayan kim? Sigorta yaptırıyoruz ama binanın depreme dayanıklılığını test eden kim? Yıkık binalara bile oturma iznini veren kafalar bizi yönetiyor.
Bingöl’de insanları valiliğin önüne toplayan, sonra valiliği taşlatan, daha sonra emniyet müdürünün görevden alınmasına yol açan süreçte nelerin olduğuna da iyi bakmak lazım. O provokasyon denilen şeyin kim tarafından idare edildiğini merak ediyorum doğrusu. Ortada çadırkentler duruyor, ama halk çadır kente gitmiyor, haberdar değil. Neden? Halk toplanıyor, milletvekili konuşuyor tartışmalar başlıyor, kimi milletvekilleri de yıkılan binaların müteahhidi. Adam hangi pişkinlikte anlayın. Sonra da valilik taşlanıyor? Neden? Yardım ve çadır kent kurulu. Niye sokaktaki arabalar parçalanıyor? Bingöl Emniyet Müdürü Osman Nuri Özdemir Siirt’te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘ın ceza aldığı konuşmanın kasetini savcılığa teslim eden kişiymiş. Olaylar sırasında vali konağına saklanıp, halkı yatıştıramayan ve ortalarda gözükmeyen de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yolsuzluk yoktur raporunu veren başmüfettiş. 90 gün önce atanmış: Hüseyin Avni Coş. Saygı Öztürk yazdı haberdar olduk.
Vali görevde ama emniyet müdürü gitti. Deprem nelere kadir. Hayret. Emniyet müdürü gidince, o valilik önünde taş fırlatanlar da birden sakinleşmişler. Gidip zaten kurulu olan çadırkentlere yerleşmişler. Hayret…
* * *
Yarın İstanbul’da deprem olacağını bilmeyen mi var? Önlem var mı? Geçmiş olsun! Bingöl’deki çocukların geleceği bugünden hırsız müteahhide satıldı. Canlarından oldular. Ama Türkiye’nin geleceğini bugünden satmayalım. Yarınımıza sahip çıkalım.