18.04.2000
Arkasına devletin üst kademelerden birilerini alanlar, kamu görevi yaparak halkı aydınlatamak için çalışanları tehdit edebiliyor. Seçilenler ‘padişah’ olunca, ‘hukuk’ da ‘guguk’ haline geliyor
Tuncay ÖZKAN
Cumhuriyet gazetesinde cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık muhabiri olarak çalıştığım zamanlardı. Okluk Koyu’ndaki küçük evin açıldığı enfes sahilden o büyülü denize atlayan Turgut Özal, saatlerce yüzdükten sonra kıyıya çıktı. Ben sabahın o gizemli saatlerinde beklemenin karşılığını bir röportaj olarak alabilmenin umuduyla yanına yaklaştım. Başka gazeteci yoktu. Kıyıya gelip masalardan birine oturdu.
“Gel bakalım Cumhuriyet’in T.Ö.’sü” dedi.
O zamanlar Cüneyt Ağabey (Arcayürek), bugünlerin bütün hastalıklarının tohumlarını ektiği için, bana göre haklı bir tepki
olarak, bütün yazılarında Turgut Özal yerine T.Ö. diye yazardı. Bu yüzden Özal bana takılırdı. Bir yandan havlusuyla kurulanıp, diğer yandan önündeki çayı yudumluyordu. Söyledikleri şimdi gibi aklımda:
“Seninkiler bana karşı. Onlar Demirel’in arkasından gitmeyi demokratlık sayıyorlar. Benim kadar Demirel’i tanımalarının olanağı yok. O eskiden de bizden aldığı fikirleri satardı. İMF’deyken yazdığım mektupları
oku. O zaman söylediklerimi yapsaydı, ekonomi düzelirdi, darbe olmazdı. Bak sana Demirel’in niye bağırdığını söyleyeyim. (Eliyle boğazını bıçakla keser gibi yaparak) Ben
onun yem borusunu kestim. Onun için bağırıyor. Etrafı aç kaldı. Onun bağırtısını demokratlık sanan seninkiler yanılıyor.”
Milliyet’te sevgili Umur Talu’nun yazılarına Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kayınbiraderi Ali Çetin Şener’in verdiği yanıtı okuyunca, Özal’a yeniden rahmet okudum. Köşk masalı Süleyman Bey ile sona eren Şener, tehdit ve küfürle karışık bağırıyor.
Bağırtısı, aklıma Turgut Özal’ın o hiç unutamadığım, beynimde sürekli yankılanan sözlerini getiriyor:
“Yem borusu kesilenler… Yem borusu kesilenler… Yem borusu kesilenler…”
Şener, Talu’ya diyor ki:
“Eline geçirdiğin ve bir gün bir yerlerine batacak o sivri uçlu kalemle kendini ülkenin kadısı mı sanırsın? Sen ve senin gibiler gezdikleri bulanık suda boğulup gittiler. Arkana dön ve bak kendini daha iyi göreceksin.”
Vay, vay, vay…
Adamın hem arkası olacak, hem de canı çok yanacak ki böyle bağırsın. Memlekette böyle mektupla falan değil, artık avukatlar aracılığıyla bile açık açık ölümle tehdit mesajları alıyoruz ve kimseden tıs çıkmıyor ama yine de bu işler bana çok ilginç geliyor. Gerçi Umur Talu’ya kızmamış değilim.
Elinde bir tek kalemi, öyle oturduğu yerden Türkiye üzerine sevdalarını, eleştirilerini, bilgilerini anlatıp duruyor. Behey safi gazeteci Talu. Kayınbirader Şener, senin o yazılarını yutar mı sandın? Böyle kusar işte. Geçirdiği kriz sırasında boğulur diye korkma, onu kurtaracak arkadaşlarının çokluğu malumdur. Hemen yardımına koşarlar.
Çankaya Köşkü’nün, son yedi yılda santralına müracaat edenleri, konuk olarak ağırlananları hatırlasak gerisine boş veririz zaten. İlk kalemde anımsadıklarım; Mahmut Yıldırım namı diğer Yeşil, Kürşat Yılmaz, Banker Bako ve ne kadar batık bankacı ile işadamı varsa hepsi. DGM’nin, kardeşini öldürtmek için mafya babasına başvuran bankacıyı sorgulamasına kim mani oldu? Çankaya. Batık işadamının sorgulanmasını kim engelledi? Çankaya. Gücü nereden geliyor? Saltanattan. Seçilenler kral olunca hukuk guguk oluyor, kamu bankaları deve yapılıp eve götürülüyor, bürokrat pazarları kilo usulü tekel oluşturan Çankaya kabzımalının bürosunda kuruluyor. Al gülüm ver gülüm.
Cumhurbaşkanlığı için yapılan Anayasa değişikliği oylamasının olduğu gece gördüğüm bir rüyayı da burada yeri gelmişken anlatayım.
Bir rüya Rüyamda Uğur Ağabey (Mumcu) geldi ve bana, “Osmanlı sadrazamlarından boynu vurulanların öyküleri ilginçtir, iyi oku da öğren” dedi. Şunları anlattı:
“Osmanlı tarihinde Ispartalı üç sadrazam vardır. Bunlardan birincisi ‘Halit Hamid Paşa’dır. 1736 yılında Isparta ilimizde doğan Halit Hamid Paşa, bazı yolsuzluklar yapıp, haksız kazanç sağladığı gerekçesiyle, 1785 yılında 49 yaşındayken boynu vurularak öldürülmüştür.
İkinci Ispartalı sadrazam ‘Seyit Hacı Ali Paşa’ydı. 1752 yılında Isparta’da doğan Seyit Hacı Ali Paşa, Allah’tan ve peygamberden
utanmadan kendisine ve yakınlarına devlet kesesinden kazanç sağladığı için, padişah emriyle boynu vurduruldu.
Ispartalı üçüncü sadrazam, iki hemşerisi gibi, aynı suçla boynu vurularak öldürülmüştür. 1820 yılında Isparta’da doğan Hüseyin Avni Paşa, elli altı yaşında Osmanlı İmparatorluğu’nda sadrazamken, görevini kötüye kullanıp devlet malına göz diktiği için, padişah tarafından boynu vurularak öldürülmüştü.
Isparta’dan çık, devletin başına geç, padişahın veziri, vezir-i azamı ol, ondan sonra da kendine ve yakınlarına haksız kazanç sağlamaktan ötürü boynun vurulsun!..”
Uğur Mumcu bana ne demek istedi? Niye oylama gecesi geldi? Düşünüyorum bir türlü bulamıyorum. Ispartalı Süleyman Demirel başbakan değil, cumhurbaşkanı. Yahya’yı, İlksan’ı falan bir kenara bırakın; sütte leke var onda yok. Acaba diyorum Uğur Ağabey Köşk çevresine sızmış yakınlarla ilgili bir şeyler mi anlatmaya çalıştı. Benim Köşk çevrelerinde hiç tanıdığım yok. Bir tek Ceyhan Mumcu’yu tanıyorum. Bu rüyayı ona anlatsam diyorum. Belki bana yorumlar. Gerçi Süleyman Demirel’in avukatı olduğu için ne kadar, ne anlatır bilemiyorum ama… Neyse…
Yırtıcı hayvanlar sürüyle saldırıp yakaladıkları avlarını daha canlıyken yemeye başlar. Av şoka girip teslim olur. Lime lime, lokma lokma yenilirken, uyuşmuş vaziyette hiçbir acı hissetmeden öylece tükenişini bekler.
Bir tür fare, nefesiyle uyuşturduğu canlıların etini yiyerek beslenir. Nefesi adeta afyon etkisi yapar. Isırmadan önce ve ısırırken sürekli olarak ölümcül nefesini üflemeyi sürdürür. Yenmekte olan canlı bu yüzden hiçbir şey hissetmez.
Gazeteci, insan uygarlığında işte bu nedenle çok önemlidir. Gazeteci halka bilgi verir. Bak seni yemek üzereler, yiyorlar, yanlış burada diye bağırır. Bu yüzden kamu görevi yapar. Bazıları bundan rahatsız olabilir. Olsunlar. Utanacak yüzleri varsa utansınlar. Soyarken, yağmalarken, rüşvet alırken, Türkiye’yi çiftlik haline dönüştürürken, siyaseti kendi cepleri için yaparken utanmayanlar, kalem yazınca mı utanıyorlar? Hayır. Onlar kızıyorlar. Hem kendilerine, hem yazana. Kendilerine kızıyorlar; biz bunları hâlâ yaşatıyoruz diye. Yazana kızıyorlar satın alınamıyor diye. Oysa sivri uçlu kalemler yazmalı. Yoksa düzenin çürümüş kapılarını tutan paslı mıhlar yerinden oynar mı? Kalemin ucu sivri olmazsa yazar mı? Karanlıklar aydınlanır mı? Hukuk devleti oluşur mu?
Türkiye’nin temiz toplum ideali için, mutluluk için, demokratik cumhuriyet için, özgür düşünce ve ifade için, hakça paylaşım için, gelişmiş Türkiye için, mutlu insanlar için; durmadan, yılmadan, korkmadan, kaleminin sivri ucuna dayanarak:
Yaz gazeteci yaz.