08.05.2000
Suikastın failleri Türkiye’de olduğu halde ilk gün bulunabilecekken siyasi otoritenin etkisizliği, kararsızlığı ve kurumların içine yerleşen ‘çeteler’in engellemeleri yüzünden yakalanamadı
Uymuşlar hainin iğfasına, satın almışlar; alçakça, kalleşçe, bir yılan gibi sinsi ve korkak nasıl da kıymışlar Uğur Mumcu’ya. Yakalandılar. Anlatıyorlar. Türkiye onların anlattıklarıyla yetinmemeli. Türkiye üzerine oynanan büyük oyunun parçalarını birleştirip dış politikasıyla, güvenlik ve gizli servisleriyle olayın üstüne gitmeli. Kokan tuzu temizlemeli. Saklı ve gizli kalmamalı hiçbir şey. Kalmamalı ki kimsenin yaptığı kimsenin yanına kâr kalmasın.
Uğur Mumcu’nun katillerinin yakalanacağına olan inancımızı paylaşmıştık geçen hafta içinde eşi Güldal Mumcu ile.
O bana aklına takılan ve araştırmam gerekenleri söylüyordu. Tam yedi yıl boyunca yaptığı gibi. Ben de katettiğimiz yolu, nerelere bakmak lazım geldiğini anlatıyordum. Güldal Abla, “Tuncay hissediyorum, çok çok yakınlaştık. Katillerin etrafındaki çember iyice daraldı. Bir yerden uç verecek ama nereden?” dedi. Altıncı hissi onu yanıltmadı. İşte ipin ucu ele geçti.
Neden aydınlatılamadı?
Peki ne oldu tam yedi yıl boyunca? Yedi yıl boyunca her şey Türkiye’nin değişim ve dönüşüm mücadelesinde hep iyiye doğru gittiğinin göstergesi. Bu neye rağmen gerçekleşti? Köhne ve artık çürüyen düzene rağmen gerçekleşti. Düzenin çetelerine ve katillerine rağmen gerçekleşti.
Uğur Mumcu cinayeti failleri Türkiye’de olduğu halde, ilk gün bulunabilecekken siyasi otoritenin etkisizliği, kararsızlığı ve kurumlar içine yerleşen çetelerin engellemeleri yüzünden aydınlatılamadı. Cinayetten bir hafta sonra dönemin Ankara Emniyet Müdürü Mehmet Canseven bana İran Büyükelçiliği’nde üç kişinin bulunduğunu, bunların dinlemeye düştüğünü ve suikastla ilişkili olduklarını anlatmıştı. Üzerinden tam yedi yıl geçti. Bugün o noktaya yeniden dönüldü. Neden? Bu sorunun yanıtını cinayeti çözerken aydınlatmak gerekecek. O dönemin güvenlik ve en önemlisi siyasi sorumlularının özeleştiri ve ifade vermesiyle çözümlenecek bu soru işaretleri.
Peki bugünkü noktaya nasıl gelindi? İstanbul Beykoz’da 17 Ocak 2000 tarihinde gerçekleştirilen Hizbullah’a yönelik operasyonda örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun öldürülmesi ve örgütün arşivinin ele geçirilmesi dönüm noktası oldu. Ele geçirilen dokümanlar, Ankara’daki Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’na getirildi. Burada oluşturulan özel bir ekip tarafından incelenmeye alındı. Bu dokümanlar sadece bu iş için oluşturulan özel grup tarafından değerlendirildi. Çıkan bilgilerle ilgili olarak MİT ve İstanbul Emniyeti’ne dahi bilgi verilmedi. Direkt İçişleri Bakanı ve İstihbarat Daire Başkanı gelişmelerden haberdar edildi.
Tantan’a suikast yapacaklardı
Bu dokümanların incelenmesi sırasında üç ay önce şifreli bazı notlara ulaşıldı. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’na ait olan bu notlardaki şifreler üç aylık bir çalışma sonucu çözüldü. Ve ilk kez Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili bilgilere bu notlarda rastlandı. Ayrıca bu bilgilerden İran’daki muhataplarının artık Velioğlu’nu gözden çıkardığı da anlaşıldı. İşte tam bu sırada, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın ikametgâhı ile İçişleri Bakanlığı çevresinde bazı şüpheli kişilerin yoğun şekilde dolaştığı dikkat çekti. Bu kişilerin bir casus gibi faaliyet göstererek bilgi topladıkları ve karşı takipten zaman zaman kaçtıkları gözlendi. Bundan da bu şahısların özel casusluk eğitimi aldıkları sonucuna varıldı.
Tantan ile ilgili gelişmeler üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı özel bir ekip oluşturarak, istihbarat çalışması yapanların kimler olduğunu saptamaya çalıştı. Yapılan araştırmada Mehmet Ali Tekin 26 Nisan 2000 tarihinde İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın ikametgâhı çevresinde dolaşırken yakalandı. Bu kişinin adı, Velioğlu’nun özel notlarında da bulunuyordu. Söz konusu dokümanlarda Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili adlar arasında Mehmet Ali Tekin adı da vardı. Bunun üzerine Mehmet Ali Tekin’in sorgusundan hareketle kimlikleri gizli tutulan iki kişi daha gözaltına alındı.
Üç kişi, ilk sorgularının yapılmasından sonra özel ekiple İstanbul’a getirildi. Şahıslar, İranlılardan aldıkları talimat ile
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a bombalı suikast yapacaklarını ve bunun için istihbarat topladıklarını itiraf etti. Büyük gizlilik içerisinde yürütülen bu çalışmalardan İstanbul polisinin ve istihbaratının 5 Mayıs 2000 tarihine kadar haberi olmadı. Gizlilik kuralına sonuna kadar uyuldu.
Ankara’dan gelen İstihbarat Daire Başkanlığı’na ait ekip, bilinmeyen bir yerde yaklaşık 10 gün boyunca Mehmet Ali Tekin ile iki kişiyi sorguladı. Bu sırada İstanbul İstihbarat ekibi, kendilerinden yakalanmasını istedikleri bir şahsı ellerinden kaçırıyor. Ancak bu kişiyi Ankara ekibi bir başka noktada yakalıyor. Bundan da İstanbul ekiplerine haber vermiyor. İstanbul İkitelli, Fatih, Bağcılar ve Ümraniye semtlerinde Yusuf Karakuş, Abdülmecid Çelik, Talip Özçelik, Muzaffer Dağdeviren ve Mehmet Şahin yakalanıyor. Bunlarla birlikte gözaltında toplam dokuz kişi bulunuyor. Şahıslar 5 Mayıs 2000 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele’ye teslim ediliyor. Yapılan sorgulamalarda Uğur Mumcu suikastına karıştıklarını itiraf ediyorlar. Olayla ilgili olarak beş İranlı halen aranıyor. Uğur Mumcu suikastının talimatını İranlılardan aldıklarını, patlayıcıyı da yine bu kişilerden temin ettiklerini ve daha önce İran’da askeri eğitim gördüklerini dile getiriyorlar.
Türkiye, İran karşısında suskun
Örgütlenmelerini İran yanlısı Selam gazetesi çevresinde gerçekleştiren gruptan bazılarının geçmiş dönemlerde Hizbullah ve İslami Hareket’le bağlantıları da bulunuyor. Şahıslardan birinin Çetin Emeç suikastıyla ilgili İslami Hareket’e yönelik operasyonlarda tutuklandığı belirleniyor. Bundan da Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Bahriye Üçok ve Turan Dursun suikastlarının aynı merkezden kaynaklandığı savı güç kazanıyor. Yıllardır söylememize ve Muammer Aksoy cinayetinde iki İranlı diplomat Hasan Keshani ve Ahmet Aghıhi’nin rol aldığına dair bilgilere karşın nedense Türkiye hep İran karşısında suskun kaldı.
Gözaltında bulunan kişilerden Mehmet Şahin’in Fatih’te tekvando okulu bulunuyor ve aynı zamanda milli takım antrenörlüğü yapıyor. Zanlılardan birinin mesleği ise avukatlık. Haklarında arama kararı çıkartılan beş İranlının yakalanmasıyla birlikte Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili bütün ayrıntıların ortaya çıkması bekleniyor.
Yakalanan şahısların Hizbullah Tevhid grubuna bağlı oldukları ve ‘Selamcılar’ olarak adlandırıldıkları saptanıyor. Yakalanan kişilerden Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren ve Fatih Aydın 1991-1993 yılları arasında Hizbullah örgütü Tevhid grubu içerisinde faaliyet gösterdiklerini, Mehmet Şahin, Mehmet Ali Tekin ve Hasan Kılıç’ın telkinleriyle İran’a giderek burada siyasi ve askeri eğitim aldıklarını itiraf ediyorlar. 26.12.1992 tarihinde Hasan Kılıç ve Mehmet Şahin’in talimatlarıyla, İran devrimi karşıtı Halkın Mücahitleri Örgütü mensubu Abbas Golizade’nin Yusuf Karakuş, Abdulhamit Çelik, Muzaffer Dağdeviren ve Fatih Aydın tarafından kaçırılarak, iki İranlı şahsa teslim edildikleri ortaya çıkıyor.
Uğur Ağabey’in ölümüne yol açan keşfi ve bomba hazırlıklarını yapanlar Yusuf Karakuş ile Abdülhamit Çelik. Bu şahıslar İranlılar tarafından eğitilip görevlendiriliyorlar. Bunların ortak özelliği C-4 patlayıcıları ‘tava tipi’ yani yukarı üfleyerek patlatabilen bir tekniği uygulamaları. Bu adlar sonra mafya içinde de yer alıyor.
Haydi, hesap verin
Yani Uğur Mumcu suikastında iş henüz daha yeni başlıyor. Bundan sonrası için daha çok çalışmak gerekecek. Bomba konusunda uzmanlar. Uzmanlıklarını İranlılara borçlular. Şimdi sormak lazım bu ülkenin gizli servisini yıllar yılı bir iç polis teşkilatı gibi çalıştıranlara. Sormak lazım İran ile Halkın Mücahitleri konusunda ortak çalışma yapanlara. Sormak lazım İran karşısında kontrespiyonaj faaliyeti yapamayanlara. Bu cinayetlerde bunları başaramadığınız için sizin de sorumluluğunuz var mı, yok mu? Şimdi Sönmez Köksal ve Teoman Koman ne diyebilirler? Hiçbir şey. Peki hiçbir şey söylemeyince sorumluluk ortadan kalkmış mı oluyor? Bu ülkede siyasi hesap vermek diye bir anlayış yok mudur? Var edilemez mi?
Artık Türkiye MİT’ten, casuslara karşı faaliyet bekliyor. Vatandaş ülkenin, yabancı gizli servislerinin arka bahçesi yapılmasına karşı direnç, tepki bekliyor. MİT sadece kontrespiyonaj ve ekonomik casusluk yapmalıdır. Türkiye’nin çıkarlarını yurtdışında savunmalıdır. Polis ücret dengesizlikleri ortadan kaldırılarak, maaşlarına zam verilerek ama mutlaka yeniden yapılandırılarak ülkenin genelinde etkin kılınmalıdır. Polis teşkilatında tıpkı silahlı kuvvetlerde olduğu gibi bir personel politikası ve terfi sistemi getirilmelidir.
Şimdi kutlamak gerek. Başta Tantan’ı. Sonra bütün Emniyet birimlerinin bu işlerle ilgili elemanlarını. Avuçlarımız patlayana kadar bu başarıya imza atanları alkışlamalıyız. Alkışlamalıyız ki siyasi irade halkın gücünü arkasında görsün ve İran’ın dıştan oynadığı oyuna içten kimler destek verdiyse bunlar bir bir ortaya çıkartılsın.
Sabıkaları kabarık
Yakalananların gerçekleştirdikleri diğer eylemler arasında Hizbullah Menzil Grubu lideri Fidan Güngör’ün İstanbul Güngören’deki evinden kaçırılarak öldürülmesi de bulunuyor. Güngör’ün cesedinin Batman’da olduğunu itiraf ediyorlar. Önümüzdeki günlerde cesedin yerini de gösterebilirler. İtiraf ettikleri diğer eylemlerinden biri de İranlı Rejim Muhalifi Ali Ekber Gorbani’nin İstanbul’dan kaçırılarak Yalova’da sorgulandıktan sonra öldürülmesi. Sorgu sırasında bu grubun Ahmet Taner Kışlalı suikastıyla ilişkileri saptanamıyor.
Ortak özellik: Hepsi eski ülkücü
Bu şahısların ortak özellikleri hepsinin eski ülkücü olmaları. Sonradan Hizbullah’a geçmişler. Kim gibi mi? Tıpkı Nesim Malki suikastı sanıklarından iken Hizbullahça kaçırılıp öldürülen Mehmet Sünbül gibi. Bu şahıslarla Sünbül tanışıyor.
Hatta suikast faillerinden olan Yusuf Karakuş, Sünbül’ün yakın arkadaşı. O kadar yakın ki patronu Hüseyin Velioğlu talimat verince, arkadaşını alıyor, iğneyle uyutup Velioğlu’nun karşısına çıkartıyor. Sonra da ölümünü izliyor. Bu kişilerin mafya babalarıyla ve gruplarıyla da ilişkileri var. Bunlar konuyla ilgili yayın yasakları nedeniyle buraya yazamadığım gelişmeler.
Bu konularda da çok hem de pek çok gerçek ortaya çıktığında terör örgütlerinin, kaçakçıların, gizli servis bağlantılarının, uyuşturucu işi yapanların ve mafya babalarının, siyaset ağalarıyla nasıl kol kola bataklık yarattığını daha net göreceğiz. O zaman herşey ortaya çıkacak.
Bombayı 27 saniyede yerleştirdiler
Uğur Ağabey’in suikastına gelince. Bu suikastı 24 Ocak 1993’de Hasan Kılıç ve Mehmet Şahin’in talimatlarıyla Yusuf Karakuş, Abdulhamit Çelik ve iki İranlı şahsın gerçekleştirdiği itiraflarla ortaya çıkıyor. Uğur Ağabey’in aracının altına konulan bombanın malzemeleri İranlılar tarafından getiriliyor. Bu şahıslar bombayı evlerinde
imal edip, olay günü sabah saatlerinde Ankara’da daha önce keşfini yaptıkları Karlı Sokak önüne getiriyorlar. İranlı
iki casus bombayı aracın altına 27 saniye gibi kısa bir zamanda koyarak
olay yerinden uzaklaşıyor. Sanıkların evlerinde yapılan aramalarda Uğur
Ağabey’in sokağının krokileri bulunuyor. Bombalar ve silahlar çıkıyor.
Konuşmasını istemediler mi?
Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu ve adamlarına yönelik 17 Ocak 2000 tarihinde düzenlenen
operasyon Emniyet güçlerinin başarısı olarak yansıtılırken, eleştirilere de neden oldu. Çok sayıda polis ve özel yetiştirilmiş timin katıldığı operasyonda Hizbullah’ın beyni Velioğlu’nun öldürülmesi ve vücudundan 32 kurşun çıkması soru işaretleri doğurdu. ‘İki adamı sağ yakalanabilirken neden Velioğlu onlarca kurşunla öldürüldü?’ sorusu
ise cevapsız kaldı. Operasyondan sonra Hizbullah-Ahmet Taner Kışlalı cinayeti bağlantısına yönelik iddialar ortaya atıldı. Hüseyin Velioğlu’nu sağ yakalayarak sorgulamak ve pek çok cinayeti aydınlatmak mümkünken öldürülmesi, ‘Bazı çevreler konuşmasını istemiyordu’ iddialarına yol açtı.