01 mart 2001
Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz, bütün göstergeleriyle, geride kalan değil, gelmekte olan felaketin habercisi. Bu nedenle 17. ekonomik istikrar programı hazırlıkları Ankara’da yapılıyor. Yeni ekonomik programın radikal düzenlemeler içermesi isteniyor. Otoriter bir ekonomik yönetim amaçlıyor. Bankacılık, para ve kur politikalarında yeni hedefler belirliyor. Kamu bankalarını disiplin altına alacak düzenlemeler içeriyor. Ve devlet ile vatandaşa ne kadar sıkabilirsen o kadar kemer sık deniliyor. Ama en önemlisi içinde bulunulan yangın nedeniyle ne kadar aksi söylense de enflasyon konusundaki hedefler artık, söz konusu bile değil. Beklenti dış bağlantılar yoluyla gelecek kredi tutarlarına kalmış durumda. İlk etapta 5 – 6 milyar dolarlık IMF yardımının aciliyeti Amerika’ya aktarıldı. Ama Amerika dahil Batılı dostların Türkiye’den siyasi taviz almadan borç vermeyecekleri gibi bir kanıya sahibim. Siz ne dersiniz? Kıbrıs, Ege, Kafkaslar, Irak, Kürt ve AB Ulusal Programı konularında taviz vermeden para alabilecek miyiz? Bu sırada hatırlatayım bazı özel bankaların dış borç ödeme sıkıntıları da, sistemi etkiler boyutlara ulaştı.
Gerçekleri konuşmak ve toplumu gelmekte olan sıkıntılı günlere hazırlamak çok önemli. Bankacılık sektöründen Türkiye’yi omuzlayan büyük sanayi ve hizmet kuruluşlarına kadar her alanda, yaşanan ve yaşanacak olan krizin etkileri var. Türkiye bu kriz ortamının etkilerini neresinden bakarsanız bakın, 2003 yılına kadar ancak sindirebilecek gözüküyor. Sorunun çözümü beklentiler ve günü kurtaran laflarda değil, geleceğe dönük planlamalar ve sıkı bir ekonomi yönetiminden geçiyor. Hükümet sessiz sedasız Ankara’da 16.sı başarısızlıkla biten ekonomik istikrar tedbirleri uygulamasının devamı olan 17.sini hazırlıyor. Ama ilginçtir, bu hazırlıklar ekonomik ve siyasi liderler ve sorumluluklar saptanmadan sürüyor. Yeni ekonomik paketin içinde yer alacak konularla ilgili çalışmalar alt düzey bürokratların organizasyonunda devam ediyor. Merkez Bankası, Hazine ve diğer ekonomik çevrelerin uzmanlarının hazırlamakta olduğu yeni program, Kurban Bayramı’nda bitirilecek. Atamaları yapılacak Merkez Bankası başkanı ve Hazine müsteşarı program üzerinde düzeltmeler yapacak. Daha sonra yeni ekonomik program IMF ve Dünya Bankası’nın ilgili birimlerinin görüşüne verilecek. Sonrası Allah kerim…
Patlamış lastik…
Bir işin sorumluluğunu üstlenmek demek, sonuçlarını da göğüsleyebilmek anlamına gelmez mi? Bu nedenle başarılı olunduğunda omuzlarda zafer işareti yapanlar, başarısızlıkları durumunda çekilirler. Türkiye’de bu böyle olmaz. Çünkü başarısızlık halktan, başarı liderden gelir, inancı iliklerimize kadar yerleşmiş. Hükümet de bu hastalığın pençesinde. Ne değiştirebiliyor, ne düzenleyebiliyor. Kimse kendini başarısızlığın nedeni olarak görmüyor. Herkes kerametini baston yapıp öyle dolaşıyor. Çünkü toplumun gerçekleri görme ve ona göre tutum takınma olanağı yok. Yalan üzerine kurulu bir ekonomi, yalan üzerine kurulu bir siyasi yapılanma. Bunun neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Patronlar kulübüne dahi sahip çıkamayan bir sermayenin olduğu ülkede, örgütlü toplum olabilir mi? Örgütlü olamayan bir toplum hesap sorabilir mi? TÜSİAD’ı profesyonel yöneticilere kaptıran patronlar, şimdi “Öz TÜSİAD”ı kurabilmek için kolları sıvamışlar. Bu siyasette de, ekonomide de, günlük yaşantımızda da böyle. “Öz… en öz… en hakiki öz…” eklemelerinin sonu nereye varır? Dibe vurmanın sonunu bulabilen var mı? İktidara mensup bir milletvekili arkadaşım anlattı. Lokantada Karadenizli vatandaş Temel yanına gelmiş. Ekonomik kriz ve diğer konular konuşuluyormuş. Elini omzuna koyup şöyle demiş:
– Patlamış lastik, hava tutmaz.
İğne ve çuvaldız
İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, TESEV’in yolsuzluk araştırmasını açıklarken, iç ve dış düşmanların yolsuzluk ekonomisi yoluyla Türkiye’yi bataklığa çevirdiğini söyledi. Konuşma metnini başkalarının yazdığı kesin. Çünkü açıklamasını yaptığı araştırmaya göre, vatandaşın yolsuzluktan en çok yakındığı, rüşveti en çok verdiği birim, Tantan’a bağlı trafik polisi. Ele verir talkını, kendi yutar salkımı…
Yolunu bulanlar
Türkiye, yapısal değişimlerini gerçekleştirip, üretimini artırmadıkça, yolsuzluk ekonomisinden kurtulması mümkün değil. Alın size bir örnek. İhracat yapılması için tanınan ayrıcalıkları kullanarak tam 2 milyon 565 bin dolar yolunu bulan yolsuzların öyküsü. Tekirdağ’da faaliyet gösteren Zer Gıda AŞ dışarıya satmak bahanesiyle buğday ithal izni koparmış. Kapıkule, Nusaybin, Silopi, Cizre Mardin gümrüklerinden aldığı belgelerle de Türkiye’ye getirdiği 3 milyon 625 bin 200 dolarlık buğdayı dışarıya sattığını ve yükümlülüklerini yerine getirdiğini söylemiş. Ama yapılan araştırmada Mardin gümrüğünde işlem gördüğü belirtilen 17 gümrük belgesinin sahte olduğu saptanmış. Bu sahtekarlık yoluyla tam 2 milyon 565 bin dolarlık hayali ihracat gerçekleştirilmiş. Sorgulanan memurların tamamı Mardin ve çevresinde bu tür sahtekarlıkların bolluğuna dikkat çekiyorlar. Evrakta sahtecilik sıradan gözüküyor. Ama iş devlet parasını soymaya geldi mi, sıra dışılık başlıyor. Paralar milyon dolar milyon dolar götürülüyor. Kaçak buğdaydan doğan Hazine kaybının 1996 ve 1997 yılları kuruyla yaklaşık bir trilyon lira olduğu ve bu yolla 8 milyon 550 bin kg. unun yurtiçinde bırakıldığı; anlaşılmış. Yani aslan payını buğday kaçakçılarıyla birlikte ekmek mafyası yemiş. Şimdi gümrük müfettişlerinin ortaya çıkardığı bu yolsuzla ilgili olarak adreslerinde bulunamayan Mehmet Davutoğlu, Murteza Bor, Özgür Bor, İdris Davutoğlu, Ercan Akdemir, Ahmet Metin Karayalçın, Kadir Akdemir ile Ahmet Ayberk Tuncer haklarında toplu kaçakçılıktan dava açılmak için aranıyorlar. Bulunsalar ne değişecek o belli değil. Bu düzen hep böyle gitmiyor mu?