16.12.1999
Fransa’daki cezaevinden memnun olmayan Çakıcı, Türkiye’de oldukça iyi karşılandı. Çakıcı şimdi talimatlarıyla yine birilerinin vücut kimyasının değişmesine neden olmaya başlayacak
Avrupa Birliği (AB), standardını her konuda gündeme getiren hükümet, cezaevleri konusunda illa ki ‘Türk standardı’nda direnmek istiyor. Neden? Hep söylüyoruz, Türkiye’de mafya devletin her kurumunda bürokratı olan, siyasi desteği bulunan, arkasında ideolojisi olan bir güç haline geldi. Bu yüzden siyasi ve ekonomik rant kapısı olan cezaevlerinde değişim ancak bu rantı yaratan mafya babalarının izni olursa gerçekleşebilir. Onlar istemediği sürece cezaevlerinde yaprak kıpırdayamaz. Aksi olsa şimdiye kadar laf üretenlerin, iş üreterek çok şeyi değişmesi gerekirdi değil mi?
Alaattin Çakıcı, Fransa’da ‘şerefini’ zedeleyecek kadar sıkı bir AB standardı cezaevinde kalıyordu. Fransızların cezaevi ‘ilkelliklerinin’ yarattığı ağır depresyonu gidermek için Türkiye, Çakıcı gelir gelmez tedaviye başladı. Kendisine özel döşenmiş odalar hazırlandı. Polisler ona ‘Okey abi’ diyerek ‘hasmane’ tutumlarını belirttiler. Çakıcı artık bu muameleden sonra iflah olmaz zaten!
Türk cezaevinde Çakıcı sık sık telefonla konuşmak zorunda kalacak!
Cezaevlerinden verdiği talimatlarla yine bazılarının kimyalarının değişmesine neden olacak. Bu yorgunluk çekilir dert mi? Olacak şey mi?
Acaba sorun bizde mi, AB’de mi? Sorun önceliklerini, ne yapacağını, neye inanacağını bilemeyen hükümette. Cezaevlerinde hangi örgüt varsa, hangi baba varsa idare ona teslim. Silahlar geliyor, telefonlar gidiyor. Rant, cezaevini yönetenlerden siyasilere kadar uzanan bir geniş yelpaze içinde paylaşılıyor. “Efendim, Adalet Bakanlığı bir aracı kurumdur, yargı bağımsızdır. İade işlemleri yargıdan gelen talepler doğrultusunda yapılır…” Bu kadarını yapmayın bari… Yargıç teminatı, savcı güvencesi gibi lafta kalan nutuklar Türkiye’nin gerçeği değil. Türkiye’nin gerçeği adaletin kurumlarımız içinde en ağır yaralı olanlardan biri olduğudur.
Çeteden yana yöneticiler
Çete ile mücadele edeceğiniz yasalar çeteden yana… İade talebiyle ilgili anlaşmaları çete başından yana yorumlayan adalet adamlarınız bakanlığın yönetiminde. Siyasileriniz ya çeteden yana tavır koyuyor ya da dünyadan haberleri yok. Ama Türkiye’yi yönetiyorlar.
Alaattin Çakıcı Türkiye’ye geliyor, kalacağı cezaevini belirleyen Adalet Bakanlığı, en yakın adamları ile hasmının bulunduğu yere gönderilmesini uygun buluyor. Sonra biz uyarınca kör gözüne parmak olmasın diye, Çakıcı’nın kardeşi Gencay Çakıcı’yı vuran Adil Cesur apar topar Kırklareli Cezaevi’ne gönderiliyor. Cezaevlerini Adalet Bakanlığı yönetiyor. Fransa’ya iade başvurusunu Adalet Bakanlığı yapıyor. Çakıcı’yı o cezaevine Adalet Bakanlığı gönderiyor. Kalbinizi serin tutun. Aklınıza kötü bir şey gelmesin. Bunların hepsi rast-lan-tı.
Cezaevlerini yönetemeyen, oralarda hiçbir şeye hâkim olamayan hükümet mi, devlet aygıtı mı? Bence her ikisi birden. Cezaevlerini yitiren bir ülke, buraların mafyanın rant kapısı olmasını engelleyemeyen bir hükümet adalet dağıtabilir mi? Bundan sonra Türkiye’de cinayet işleyip, Fransa’da yakalanmak için can atacak bir sürü çete üyesine karşı Türkiye ne yapabilecektir? Bu yollar açılırken Adalet Bakanlığı yetkilileri ne yapmak istiyorlar? Türkiye’de polisin sorgu yapmasının engellenmesi, savcıların elinin kolunun bağlı kalması ne anlama geliyor acaba? Sadece Çakıcı’da değildir olayların merkezinde olan. Bu sorunları yaşamamıza yol açan şey, sistemin ta kendisi.
İşte size bir örnek:
“Sivas Yarıaçık Cezaevi’nde, cinayet suçundan hükümlü Ünal Sipahioğlu adlı bir mahkûm, borçlu bir kişiyi cezaevine çağırtıp, tehdit ederek tahsilat yapmak istedi. Tahsilat çetesi elebaşı, olayın ortaya çıkması üzerine firar etti. Sivas Yarıaçık Cezaevi’nde cinayet suçundan 15 yıla hükümlü Ünal Sipahioğlu, kardeşi Osman’a haber göndererek, kent merkezinde market işletmecisi Cihan C’yi yanına çağırmasını istedi. Osman Sipahioğlu, kimlikleri belirlenemeyen 3 kişiyle Cihan C.’nin işyerine gitti. Ağabeyi Ünal’ın kendisiyle görüşmek istediğini belirten Osman Sipahioğlu, Cihan C.’yi Sivas Yarıaçık Cezaevi’ne götürdü. Burada kalorifer dairesine götürülen market işletmecisini tehdit eden Ünal Sipahioğlu, en kısa sürede kendilerine 3 milyar lira ödeme yapmasını istedi. Market işletmecisi Cihan C. kendisini Ünal Sipahioğlu isimli bir mahkûmun Yarıaçık Cezaevi içinde dövdüğünü belirterek, başına gelenleri emniyet güçlerine bildirdi. İşletmeci olayı şöyle anlattı:
“Benim başka bir şahsa 900 milyon lira borcum var. Bu kişi de çekimi Ünal Sipahioğlu’na vermiş. Bu şahıs beni cezaevine çağırdı ve kalorifer dairesinde dövdü. Borcum olan 900 milyon lira karşılığında da benden 3 milyar lira istedi.
Osman Sipahioğlu’nu yakalamak için operasyon başlatan güvenlik güçleri, bulunabileceği tüm yerlere baskın düzenledi, ancak tüm aramalara rağmen zanlı henüz bulunamadı. Öte yandan, olayın polise intikal ettiğini öğrenen çete elebaşı Ünal Sipahioğlu, öğle saatlerinde Yarıaçık Cezaevi’nden firar etti.”
İşte size tahsilat için örgütlenmiş bir çetenin, mekân olarak seçtiği yer olan cezaevinden yaşanmış, gerçeğin ta kendisi olan bir olay.
Kurallarını mafyanın belirlediği bir adalet sistemi olabilir mi? Yaşayabilir mi? Sokaktaki vatandaş ne yapacak o zaman? Yasalara saygılı olmak, herkesin görevi. Ona uymak da öyle, ama yasa kimin çıkarını koruyor? Bu sorunun yanıtını ‘Mafyanın’ diye alırsanız, ne yaparsınız? Çete suçlamasından altı davası olan Çakıcı, yasalar öyle istediği için davaları birleştirilince bir suçtan yargılanıyormuş gibi muamele görüyor. Ama ölenlerin hepsini birleştirip bir adam ölmüş gibi muamele edemiyoruz.
Yasalar neden düzeltilmiyor?
Türk ceza yasasında Turgut Özal’ın adalet anlayışına göre yapılan değişimlerin bugünkü sonuçlarıdır karşımızda duran mafya ve çete sorunu. Ama ondan sonra gelenler bunu düzeltmek için neden bir şey yapmıyor, bunu anlamak mümkün değil. Cezasını vermediğiniz suç, karşınıza kan ile, intikam ile, gözyaşı ile çıkıyor. Cezaevinde cezalandıramadığınız kişi, potansiyel suç makinesi olarak topluma yeniden dönüyor. Bu sorunları hükümet ve Adalet Bakanlığı halletmeyecek mi? Yurtdışında ceza çeken suçluları Türkiye’ye getirerek ödüllendirmek geleneği Türk hukukunda yerleşik bir anlayış olarak gelişecekse, bundan sadece mafya babalarının değil, sıradan vatandaşın da yararlanması sağlanmalı. Sağlanmalı ki demokrasimiz AB normlarına uygun olsun! Türkiye en önce adaletini düzeltmelidir. Adaletini yitiren Türkiye her şeyini yitirir. Hatalar büyük olunca hesap sorulmalıdır. Üstü kapatılarak hataların altından kalkılmaz. Halı altında pislik biriktirmekle temiz olunmaz. Türkiye yasalarını, kurumlarını yenilemelidir. Bunları AB için değil halkı için yapmalıdır. Düzeltme işini hep birilerinden bekleyen bir toplum görüntüsü ile nasıl uygar dünya ile kucaklaşacağız?
Kurtarıcı role soyunanların bunun bir bedelini isteyecekleri hiç aklımıza gelmiyor mu? Biz artık toplum olarak kendimizi kurtarmayı öğrenmeliyiz. İnanın ki, AB ülkelerinde de mafya var. Üstelik onların mafyası bizimkinden beş beter. Amerika’da da vergi kaçırılıyor. Onların mafyası dünyanın yeraltı ekonomisini yönetiyor. Ama bu ülkelerin bunlarla mücadele için yasaları ve inanmış yöneticileri var. Sorunlarını kendilerinin çözme azmi var. Bizimki gibi teslim bayrağını çekmiş kurumları yok. Onlarda da mafyaya teslim olmuş yöneticiler var. Onlarda da teslim alınmış siyasiler var. Ama kararlılıkla mücadele azmi var. Bu kavgadan devletin, kurumların dönmesi söz konusu bile değil.
Şimdi bizde de devletin üç mafya ile dört çete bozuntusuna teslim edilmesini isteyen bürokratlar, siyasiler, işadamları çıkabilir. Ama unutmayın iyiyle kötü arasındaki kavgada, iyiler sahayı hiçbir zaman terk edemez. Kaçamaz. Kavga Türkiye’nin büyüme, mutluluk ve düzen kavgasıdır. İnsanların yaşam ve üretme haklarının, adil bölüşümün kavgasıdır. Bu kavganın sonunda ne çete, ne de mafyaya kalır. Umutsuzluk bize haramdır. “Vatanın bütün kalelerine girilmiş” bile olsa, “Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.”