23.07.1998
Ekonomik ve siyasal belirsizlik dönemlerinde köktendincilik yükselir. Çünkü insanlar yasadiklari hayatin belirsizligi arttigi zaman, dine siginir ve ruhani dünyanin mutluluk vaatlerine yönelir
‘Güçlü olan sag kalsin.’
Bu slogan, dünyanin sosyo-ekonomik sistemi yeniden belirlenirken, kaybeden ülkeler için büyük ve uzunca bir zamandir pusuda bekleyen tehlikenin sinyallerini de verdi.
Yeni dünya düzeni olarak adlandirilan ekonomik saflasmanin disinda kalanlar, çanlarin kendileri için çaldigini çok geçmeden anladilar.
Çünkü sosyal adalet üzerine kurulan ‘sosyal devlet’ düsüncesi, yerini güçlü olanin iktidarina birakiyordu. ‘Güçlü olan sag kalsin’ kapitalizmi yeniden uyandi ve kaybedenler dislandi.
Sosyalizmin ekonomik ve siyasi yapisinda olusan büyük çöküntü, sosyal devlet anlayisini parasiz ve güçsüz birakti. Avrupa’nin güçlü sosyalist sistemleri bile, ayakta kalmak için daha çok kapitalistlesme yoluna gittiler.
Bu son ve büyük sömürü hastaligi, aslinda kapitalizmin içine düstügü en dramatik ve geri dönülmesi olanaksiz çöküntüyü ortaya çikartacaktir.
Ama bundan da önemlisi; yalniz ve parasiz kalanlarda ortaya çikan en büyük hastaliktir: Köktendincilik.
Ortadogu’nun sefaleti özümsüyen halklari, Hindistan, Afganistan, Cezayir, Yugoslavya, Bosna, dagilan Sovyetler Birligi ve sonrasinda ortaya çikan yeni cumhuriyetler ile Latin Amerika’nin yoksul ülkeleri, buna en önemli örnekleri olusturmaktadir. Buralarda kiliseler veya camiler yeni düzenin belirleyenleri olmaktadir.
Sosyal diktatörler
Bu konuda Amerikali ünlü iktisatçi Lester C. Thurow’un ekonomik tahlili çok önemli ipuçlari vermektedir:
“Kaybedenler, disarida birakilanlar ve sisteme ayak uyduramayanlar, belirli bir dünyadan, belirsiz bir dünyaya çekildiler. Ekonomik olarak kaybedenler, ‘köktendincilik’ denilen sosyal volkanin içine kusuluyor.
Köktendinciligin yükselisi aslinda patlamakta olan bir sosyal volkandir. Ekonomiyle arasinda basit bir baglanti vardir. Ekonomik olarak kaybedenler veya ileriki devirde basarili olmak için neyin gerektigini bilmemenin ekonomik belirsizligini kaldiramayanlar, köktendincilige döner. Basarinin yeni tanimi yapilamazken, neyin ahlakli veya neyin ahlakdisi oldugu belli degildir.”
Tarihsel olarak ekonomik ve siyasal belirsizlik dönemlerinde her zaman köktendincilikte yükselis görülmüstür. Insanlar yasadiklari dünyanin belirsizlikleri çok büyüdügü zaman, dine siginir ve ruhani dünyanin mutluluk vaatlerine döner. Çünkü ruhani dünyanin vaadleri bellidir. Bu anlamda Islam’in ögretileri ‘sabri’ ve mutlak zenginligin, güzelligin insanlari bekledigi cennet kavramini, belirleyen haline getirmektedir.
Cennetin anahtarlarini vaat eden köktendincilere ad koyarken ister seriatçi ister irticaci deyin; bu onlarin islevlerine bir degisiklik getirmez. Çünkü onlar birer ‘sosyal diktatördür’. Cennete giden dogru yolu bildikleri ve öbür dünya kavramiyla ilgili ‘somut’ vaatler ile yaptirimlari belirledikleri için dogru olan onlardir; onlarin buyurduklaridir. Yapmalari gereken baskalarina bu dogrulari teblig etmek ve dogru yolu bulmalari için onlari zorlamaktir. ‘Onlarin dogru yolu izlenmelidir: Dogru olan kötü degildir.’ Bu nedenle de yaptiklari zorlama, onlara göre ‘diktatörce’ degildir.
Türkiye bunun en somut örnegini Mersin’de Konca Kuris adli ‘Islamci Feminist’ kadinin Hizbullah tarafindan kaçirilmasi olayiyla yasiyor. Kuris’in kendisi gibi düsünmedigini gören ve ‘susturulmasi’ gerektigine inanan anlayis, onun kendi içinden çikmis olmasina dahi bakmaksizin sosyal diktasini terörle disa vurmaktadir.
Kuris örnegi aslinda Türkiye’de bazi seylerin tahlilinde ne kadar zaman kaybedildiginin de bir baska göstergesidir. Köktendinci anlayisla mücadelenin sadece polisiye tedbirlerle yapilabilirligi inanci veya politikasi iflas etmeye mahkûmdur. Sorunun çözümü ekonomik ve hukuksal reformlardan, bu alanlarda demokratiklesmekten geçmektedir.
Yoksulluk besliyor
Anadolu topraklarinda sosyal adaleti bulunmayan ekonomik politikalarla varolabilmek, halkla kucaklasabilmek mümkün degildir. Bugünkü sorun, halkla kucaklasmamak ve onun ekonomik beklentilerine yanit verememekten yasanmaktadir. Iste bu yüzden devletin soyulmamasi çok önemlidir, özellestirme ihaleleri çok önemlidir. Bu ihalelerde yapilan yanlislar Türkiye’nin gelecegine birakilan saatli bombalar gibidir. Türkiye’de hükümet edenlerin anlamasi gereken en önemli sey, Hazine’nin soyulmasina göz yumdukça, ayaklarinin altindaki topragin kayip gidecegi gerçegidir.
Uyusturucu ve diger kara para zenginleriyle adaletli bir ekonomik sistem yaratilmasi mümkün degildir. Bugün Türkiye’de ekonomik tehlikenin basinda ‘kara paranin, temiz parayi bogma’ hamleleri yatmaktadir. Buna engel olunamamasi durumunda, gelir dagilimindaki büyük uçurum devlet eliyle (yeni güç odaklari yaratma aymazligi içinde) felakete dönüstürülür.
Köktendinci anlayislarin bundan elde edecekleri çikar, bazilarinin sandigindan daha da büyüktür.
Özgürlükçü medyanin bu anlamda üzerine düsen çok önemli görevler bulunmaktadir. Hem köktendinci olusumlara, hem de bunlari besleyen çarpik ekonomik düzenlemelere, karsi elestirel görev sonuna kadar yapilmalidir. Bu ayni zamanda medyanin varlik sorunudur. Çünkü yitirilecek sey demokrasidir ve medya için demokrasi olmazsa olmaz bir kosuldur.
Türkiye’yi yönetenler ekonomik anlamda gerekenleri yapmadiklari takdirde, çok yakinda davranis ve yasayis dayatmasi sorununu yasayacaklardir. Dikta özlemcileri bekleyis içindedir.
Ekonomik kosullarin olusturdugu köktendinci sosyal volkan henüz patlamamistir. Yani yasanan köktendinci tavir arkada kalan degil, önümüzde olan boyutuyla gelecek yillarda, 2000’de daha çok konusulacaktir.
Yoksulluk, köktendinciligin en büyük besleyenidir. Yoksulluk ile birlikte gelisen, taninan ayricaliklar sayesinde gitgide büyüyen siyasal ve ekonomik Islami örgütlenmeler, karsilarindaki güçleri yikmak için sertleseceklerdir. Cezayir, bu konuda yasanan bir tarihtir.
Türkiye ise bunun gelisimini adeta laboratuvar kosullarinda adim adim göz önüne sermektedir. Bu noktada Türkiye’nin tarihi gelisiminin köktendinci olusumlara sagladigi büyük avantajlari da iyi tahlil etmek gerekmektedir.
Doğru tavır
Türk halki, din ile devlet islerini birbirine karistiran ve devlet idaresinde dini araç olarak kullanan siyasal yaklasimlari genellikle cezalandirmaktadir.
Imam hatiplerle ilgili tavizler, CHP’nin tek parti döneminde efsanevi lider Ismet Inönü’yü sandikta kurtaramamistir.
Ezanin Türkçeden Arapçaya dönüsümü tavizini veren DP iktidari, 1955 sonrasinda ekonomik yikilisini sürgündeki tarikat lideri Said-i Nursi’nin elini öperek kapatmaya ve oya dönüstürmeye çalismis, ancak basarili olamamistir.
1960 sonrasi Süleyman Demirel din üzerine kurdugu seçim stratejilerini oy olarak toplayamamistir.
12 Eylül 1980 askeri cuntasinin dini kullanarak yaptiklari ve sonrasinda ortaya çikan tablo, tarihsel bir yanilgidir. Türk Silahli Kuvvetleri’nin bugünkü komuta kademesi 28 Subat 1997’de bu yanilgiyi tescil etmistir.
Türkiye’de halkin büyük çogunlugu, din ile devleti ayri olarak degerlendiren, ancak ibadet ve vicdan özgürlügünü sinirlamayan cumhuriyet dönemi laiklik anlayisini benimsemistir. Ancak bunun gereklerinin yerine getirlmesi konusunda Atatürk sonrasi hiçbir sey yapilmamistir. Kurumlasma yarim kalmistir. Halk yorulmustur. Çogunlugun sessizligi, yorgunluk ve yalnizliktandir. Soyulan, talan edilen devlet hazinesinin yarattigi önemli açmazlardan biri de olusan ahlaki erozyondur.
Iste bu nedenledir ki, Türkiye’de siyasal Islam’in tükendigi yerde veya doyum noktasinda, alternatif düzen için seçilecek yolun ne olacagi önem kazanmaktadir. Burada ipucu, köktendinci silahli örgüt sayisinda ve militan gücündeki artistir. Bu kitlenin tercihi ne olacaktir?
Yeni bir siyasal yapilanma mi, yoksa kanli bir dönüsüm mü? Türkiye’nin önünde duran tarihi soru budur. Yani Necmettin Erbakan’in dile getirdigi büyük yol ayriminda ne yasanacaktir?
Köktendincilerin tutumu nasil sekillenecektir?
‘Kanli mi, kansiz mi? Tatli mi, aci mi?’
Türkiye bu sorunun yanitini vermis midir? Ya da halk, bu ekonomik kiskaç içinde, dogru yaniti verebilecek midir?