26.10.2000
Türkiye, ‘dünyanın yeni düzeni’nin uygulayacağı teröre karşı yeni bir hukuki ve ahlaki yapı kurarak hazırlıklı olmalı, ‘pazar ülke’ konumuna düşmeden, yolsuzluk ekonomisini aşmalıdır
Dünyanın ekonomik düzeni yeniden tanımlanıp, her şey yeniden oluşturulurken, bunların dışında olmanın, kalmanın büyük zararları olacağı artık belli. Dünyanın ekonomik düzenini belirleyen uluslararası şirketler ile onların ağırlıklı olarak oluşturduğu IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların yeni tanımlarına hiç zaman kaybetmeden her şeyden önce yeni ahlak, yeni demokrasi, yeni insan hakları ve yeni terör tanımları yaparak karşı tezlerle yaklaşmak gerekiyor. En önemlisi de bunları uluslararası anlaşmalara bağlamakta büyük yarar var.
Soğuk Savaş yıllarında Şili’de Allende’nin başına gelenlerin, yeni dünya düzeni içinde, bambaşka ekonomik savaşlar nedeniyle başka ülkelerin ve yöneticilerinin başına gelmemesinin garantisi yok.
Yolsuzluk ekonomisi
Bunun için acilen uluslararası anlamda bağımsızlık, özgürlük, insan hakları, demokrasi tanımlarının ekonomik şiddet ve terör olgusuna karşı geliştirilmesinin, yeniden yapılandırılmasının barış ve barış kültürü açısından kaçınılmaz olduğuna inanıyorum. Yolsuzluk ekonomisiyle mücadelenin bu anlamda uluslararası boyuta taşınması gerekiyor. Çünkü yerel yöneticileri bugünkü mafya tipi yolsuzluğa iten şey, uluslararası rekabet ve bunun yarattığı yeni ekonomik sistem. Eskiden şirketler, madenler, paralar alınıp satılıyordu. Şimdi yeni ekonomik sistem içinde uluslar, diller, halklar alınır satılır oldu. Buna dikkat etmek gerekiyor.
Özgürlüğünü, bağımsızlığını, kaderini yönlendirme hakkını, çevresel, kültürel ve tarihsel konumunu birkaç şirketin kârlılığına feda etmeyecek kadar değerli bulan ama onlarla savaşacak güçleri bulunmayan ulusları, yeni terör dalgalarından kim, nasıl koruyacaktır?
Dünyanın yeni düzeninde oluşan vahşi emperyalizmin yaratacağı teröre karşı şimdiden yeni bir hukuk, ahlak ve kurumlar düzeneğiyle hazırlıklı olunması gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda Avrupa Birliği- Türkiye ilişkilerinde Türkiye’yi büyük ve etkisiz bir pazar ülke konumunda değerlendirecek yaklaşımlara karşı duyarlı olmanın, gelecek açısından taşıdığı önemi görmeliyiz.
‘Pazar ülke’ olmayalım
Şimdi yazdıklarımdan, “Türkiye içine kapansın, aman her yer düşman dolu” demişim gibi bir anlam çıkarmak isteyenler bulunabilir. Bunun tam karşısındayım. Ben ortaklıkların ve ilişkilerin karşılıklılık ilkesi
içinde geliştirilmesini savunuyorum. Yani üç koy beş al, bugünü kurtar mantığını bırakıp geleceği kurmanın zamanıdır diyorum.
Türkiye’de işadamları en az 10 yıllık planlar yaptıklarına göre, artık dış politikada, ekonomide 50 yıllık, 100 yıllık planlamalar gerçekleşmeli.
Yeni tanımlanacak kavramların, sıradan yurttaşların, yaşam ve ekonomik güvencelerini kapsaması lazım. Sıradan dünya yurttaşı için terör ve mafyadan kurtulmak gerekliliği öne çıkmaktadır. Yurttaşların sömürülmesinin durdurulması ve yaşam güvenceleri önemlidir. Burada kavram olarak dünya yurttaşlığını dile getirdiğimin altını çizmek istiyorum. Çünkü artık soygunlar sadece o ülkelerin yurttaşlarını değil, bir bütüncül kavram içinde insanlığın ortak değerlerini sömürür ve tüketir hale gelmiştir.
Gelişmiş ülkelerin pazar kavgalarında rüşvet payları artık resmileşmekte ve bunun yarattığı yeni sorunlar, yeni bir ahlak ve etik değerler tanımlamalarını, suç tanımlamalarını gerekli kılmaktadır. Bu nedenle Birleşmiş Milletler’in yeniden yapılandırılması ve işlevinin yeniden belirlenmesi, tartışılması gereken en önecelikli konulardan birini oluşturuyor.
Bu anlamda yerel bazda hukuk ve sivil toplum örgütlenmesi ortaya çıkıyor.
Sivil toplum, kargaşanın ve dağınıklığın değil, gelişimin ve çoksesli uyumun adı. Terör ve diğer hastalıklara karşı en önemli şey, eğitim eşitliği ve fırsatının yaygınlaştırılmasının ardından oluşturulacak sivil kuruluşlardır. Bunların yaratacağı özgür ortamlardır. Bunlar yurttaşları ve çıkarlarını koruyacaklardır. Devlet kavramına kazandıracakları yeni anlamlar ve kurumlar sayesinde terör ortamlarına karşı en etkili gücü de onlar oluşturacaklardır.
Terör ve mafya oluşumlarının büyümesi için yasakların, korkunun, halka rağmen ve karşı korumacılığın, yoksulluğun yaygın ve güçlü bulunması gerekiyor. Böyle olunca ülkeleri yönetmek dış veya iç silahlı, paralı veya teknolojili gruplar tarafından daha kolay oluyor. Bunlar yolsuzluk ekonomileriyle ve vahşi ekonomik düzenlemelerin acımasızlığı ile desteklendi mi, terör de, mafya da büyüyor, büyütülmüş oluyor. Türkiye’nin son 30 yılı bunun en iyi örneklerini oluşturuyor. Yoksulluk ekonomisi ve terör Türkiye’nin son 30 yılında 40 bin insanı canından etti. En az 200 milyar dolarlık da zarar verdi. Şimdi bunun sadece Türk vatandaşını ilgilendirdiğini söyleyebilir miyiz?
Demiralp’in açıklaması
Maden kaynaklarımızın değerlendirilmesi noktasında bor madenleri ve işadamı Turgay Ciner’in bor madenlerindeki devlet tekelini kaldırma girişimini yazmıştım. Yazıdan sonra Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarı Sayın Selçuk Demiralp’den bir bilgi notu geldi. Demiralp şöyle diyor:
“… Bor madeni ise 2840 sayılı kanuna göre devletçe işletilmesi öngörülen bir maden olup bor madenlerine ait işletme ruhsatları kamu uhdesinde bulunmaktadır. Bu itibarla anılan kanun hükümleri uyarınca özel sektör firmalarının bor madenciliği konusunda yatırım teşvik belgesi alması mümkün bulunmamaktadır.
Ceytaş Ceyhan Tekstil Sanayi A.Ş, müsteşarlığımıza yaptığı 27.07.2000 tarih ve 84199 sayılı müracaatı ile Balıkesir-Bandırma’da gerçekleştireceği endüstriyel minerallerin mikronize öğütülmesine yönelik olarak (kalsit, kuvars, feldispat, kaolen vb.) konusunda yapacağı yatırımın teşvik belgesine bağlanmasını talep etmiş olup müsteşarlığımızca firma adına yürürlükteki mevzuat hükümlerine uygun olarak madencilik-zenginleştirme-endüstriyel minerallerin mikronize öğütülmesine yönelik olarak (kalsit, kuvars, feldispat, kaolen vb.) konusunda 25.08.2000 tarih ve 63570 sayılı yatırım teşvik belgesi düzenlenmiştir.
Ayrıca firma müracaatına ilişkin işlem dosyasının tetkikinden, makalede belirtilen Eti Holding Pazarlama ile Ceytaş Ceyhan Tekstil Sanayi A.Ş. arasında imzalanan bir çerçeve sözleşmesine de rastlanılamamıştır. Bilgilerine sunulur.”
Ayrıca sülfürik asit ihalesinden tutun da bor madenlerinin işleme ihalelerine kadar pek çok da iddia dile getirildi yazıdan sonra. Eti Holding’in 4 bin marklık paltolar giyen, yurtdışındaki servetleriyle ünlü yöneticileri olduğunu savlayanlar da çıktı. Ama ben bunları ciddi bulmuyorum. Bizde bürokratlar devlet malı deniz yemeyen domuz demezler.