25.12.1999
Bolu Belediye Başkanı Ceylan’a göre, Vali Miroğlu gereksiz toplantılarla zaman kaybediyor. Tepkiler artınca Ankara işlerin yürüyebilmesi için iki müfettiş gönderdi; Vali hâlâ görevde
Tuncay ÖZKAN
Çocuklar… Depremin çocukları… Ela gözlerinde yeşil hareler… Bolu’nun, Sakarya’nın ormanları gibi mahsun, kırgın çocuklar.
Memleketim kadar çok sevdiğim çocuklar. Kaynaşlı’da kar yağıyor üzerlerine, Sakarya’da yağmur, Bolu’da sulusepken, İzmit’te fırtına… Bolu’da çam, Sakarya’da gürgen, Yalova’da çınar ağaçları onlar için ağlıyor.
Rüzgâr hıçkırıklar taşıyor, bebelerin ateşi yükseliyor. Anneler çaresiz. Babalar bitik. Kar yağıyor yüreklerin üstüne… Haberler geldikçe kanım donuyor…
Yağmur değil, deprem çocuklarının gözyaşları vuruyor camlarımıza. Kan uykulardan uyandırmaya yetmiyorsa bunca dram, uyku hepimize haram…
Uyku size de haram Sayın Başbakan… Bakanlar Kurulu’nun saygıdeğer temsilcileri, sizlere de haram.
Sanmayın ki hiçbir şey yapmadınız diye yazıyorum bunları. Yaptıklarınızı biliyorum. Görüyorum. Aksini söylemek vicdanlara sığmaz. Ama yetmediğini, yetmeyeceğini sizler görmüyor munuzu?
Yağmur, kar, kış…
Tanrı çamurdan yarattı Adem’i. Sonra kendi ruhundan üfledi. İnsan uygarlığı çok sonra çamurdan kurtardı kendisini. Şimdi deprem manzaraları Türkiye’de insanın varolduğunu, ama uygarlığın engellendiğini gösteriyor. Allah bile gördükçe halimizi, bizim adımıza utanıyordur.
Düştüğümüz duruma bakınız.
Yağmur, kar, kış geliyor diye çığlık çığlığa bir toplum var. Deprem bölgesinde acil önlem alınsın deniyor. Buna devletin en üst düzeydeki yöneticileri de katılıyor. Cumhurbaşkanı aylar öncesinden, “Kasım ayının yarısı kış, aklım orada takılı” diyor. Kış geliyor, akıl gidiyor. Liderler kalıyor. İnsanlar tıpkı depremde olduğu gibi yine doğaya teslim ediliyor. Bunun adı da ülke yönetmek oluyor.
Hep aynı nakarat
Ayaklar baş, başlar ayak olmuş, görmüyor musunuz? Sorunu dile getirenler ile çözecekler arasındaki fark kayboluyor. Çözümle yetkili olanlar hamaset, kabadayılık, zorbalık yapıyor. Bütün bunlar siyaset olarak gösteriliyor. Toplumsal çürüme tuzu kokutuyor. Burnuna mandal takan politikacılar, teneke koltuklarının üzerinde tamtam çalmaya devam ediyorlar. Tıntın da tıntın…
Pislikler halı altına saklanacak. Hep aynı yalan nakarat tekrarlanacak: “Devlet bütün yaraları saracak.”
Devlet denilen sargı bezi, yara dediğiniz de kıymık batması değil ki! Yara, Türkiye’nin yönetim yarası. Devlet de kurumları ve insanlarıyla sarılmaya, bakılmaya, özen gösterilmeye muhtaç, yaralı, yorgun bir dev. Kaynakları çarçur edilen, soyulan, talana maruz bırakılan, sırtında binlerce hançerle dolaşan bir dev.
Bolu’da deprem olduğu gece konuşmuştum ilk kez Vali Nusret Miroğlu ile. Hiçbir yere ulaşamıyordu. Yardım gönderilmesini istiyordu. Sonra kendisine karşı halktan büyük tepkiler geldi. Halk Ankara’nın kurumlarının Bolu’ya ilgisizliğinden yakınıyordu. Vali temsil ettiği kurumlara duyulan tepkileri üzerinde toplamıştı. Ama birey olarak da deprem felaketi sonrasında gerekli organizasyonları yapabilecek yetenekleri tartışılmaktaydı. Tartışmaya son noktayı kendisi koydu: Laf ile uslanmayan depremzedeyi, elinin tersiyle susturdu. Ne de olsa karşısındaki “Anarşist, provokatördü”. Hastalık da, adam da aynı. Ama karşısındakiler farklı. Miroğlu elinin tersiyle depremzede kızı susturdu ama Bolu Belediye Başkanı hâlâ konuşuyor.
Bolu Belediye Başkanı Yüksel Ceylan’a göre, Vali Miroğlu gereksiz, sonuçsuz toplantılarda zaman kaybediyordu. Kente Ankara’dan yardım gelmiyordu ve Miroğlu organizasyon konusunda yetersizdi.
Atanmış ile seçilmiş
Bu eleştiriler ayyuka çıkıp, vatandaşlar Bolu-Ankara karayolunu kesene kadar Ankara’dan kimseler çıkıp gelmedi. Sonra Başbakanlıktan iki müsteşar yardımcısı Bolu’ya gelip çalışmaya başladılar.
Ne garip değil mi? Bolu’yu yönetmek için gönderdiğiniz vali yönetemiyor… Ankara’dan başka kişiler gönderiyorsunuz. Eleştirileri ile soruna müdahale etmeye çalışan bir belediye başkanı var, ama o atanmışlardan olmadığı için, Bolu halkı seçtiği için, “Al kardeşim bu kenti sen yönet” diyemiyorsunuz. Bolu’da deprem var. Ama sorunları Bolulular değil, Ankaralılar çözecek! Trajikomik diye böylesi durumlara söyleniyor. Şimdi Ankara’ya yakışanı, Belediye Başkanı’nı tıpkı daha önce yapılanları yetersiz bulup eleştiren vali yardımcısına yaptıkları gibi görevden almaktır. Hatta Miroğlu’na belediye başkanı ile vali yardımcısının da ağızlarının üstüne, elinin tersiyle vurma hakkı bile tanınmalıdır. Yakışanı budur!
Halk yönetime katılmalı
Ama artık doğruyu bulma zamanı gelmiştir. Bırakacaksınız, Bolu’da, Sakarya’da, İzmit’te, Yalova’da, Gölcük’te halk yönetime katılacak. Sorunlarını çözmek için planlamaları o yörenin insanları yapacak. Çamurda ayakkabısını bırakan insanların, üstüne kar yağan çocukların acısı Ankara’dan daha mı iyi duyuluyor?
Sokaktaki insanına çadır vermeyenler, ayakları çamura değmeden kriz masası yönetenlere tavsiyem, Bakanlar Kurulu’nu acilen bir çadırkentte toplasınlar. Ayaklarına çamur bulaşsın. Sırtları yağmur görsün. O gece her biri bir ailenin yanında çadırda yatsın. Hayatları değişecektir. Sağır sobalar vardı eskiden. İçindeki tuğla ve sır için kullanılan çamur hatalı olduğundan, alevler gürül gürül olsa bile, dışlarına ısı yaymazlardı. Ankara’da deprem sonrasında ortaya çıkan sorunlar bana sağır sobaları anımsattı. Türkiye’nin her yerinde sivil inisiyatifler yıllardır horlanmalarına, dışlanmalarına, ezilmelerine karşın ayaktalar. Halk her türlü değişim için hazır. Ankara dünyanın merkezi oluyor. Türkiye’nin 2000’li yıllar için elinde kullanacağı inanılmaz tarihi fırsatlar var. Her şey bu kadar hazırken, hükümetin sağır sobaları gibi bütün bu enerjiyi içinde tüketip, dışarıya ısı yaymaması kadar büyük bir hata olabilir mi?
Bütün bu organizasyonluk, bütün bu hantallık nasıl yapılabiliyor? ‘Beni değiştir, dönüştür’ diyen bir sistem her şey bu kadar hazırken nasıl oluyor da değişimin sihirli tılsımından kaçabiliyor? Enerjiler tüketilebiliyor? Hayret, değil mi?
Bizim evin sağır sobasını, annem hastalığı anlayınca tuttuğu gibi çöpe atıvermişti. Sistemin sağır sobaları olan partiler dikkat etsinler. Halk bu kez çöp kovalarını doldurucak. Eğer akıllarını başlarına almazlarsa, halkın temsilcisi olarak görevlerini yerine getirmezlerse, halk sandıkta kendi dönüşümünü ve değişimini ‘doğru veya yanlış’ gerçekleştirecek. Belki o zaman kurunun yanında yaş da yanacak. Hata yapılacak. Ama dönüşüm olacak.