19 Şubat 2001
Milliyet okurlarına, gazeteyi emekleriyle var eden çalışanlarına, dostluk ve sevgi duygularımı ileten sıcak bir merhaba ile başlamak istiyorum. Nerede kalmıştım, diye baktığımda Radikal’den, Milliyet’e geçiş sürecimde iki haftada, o kadar çok şey birikmiş ki, hayret ettim. Mafya, çete, siyaset, yolsuzluklar, uluslararası dengeler inanılmaz bir hızla gelişti. Çoğu Türkiye merkezli değişimler, yeni güç odakları yaratıyor. Türkiye değişiyor, değiştiriliyor. O yüzden Milliyet gibi bir gazetede yazmanın, değişimi yakalamanın, onun notlarını tarihe düşme fırsatının heyecanını duyuyorum.
Düğmeye basan paşa Osman Özbek mi?
Son dönem operasyonları içinde, siyasi hedefleri en geniş olan hiç şüphesiz “Beyaz Enerji” idi. Bana göre siyasi boyutu, yargısal boyutunun çok çok üzerinde zaten. Askerler, ya da görünen kısmıyla Jandarma Teşkilatı ile hükümet arasında, şimdiye kadar hiç yaşanmamış bir mücadele sürüyor. “O bakanın üstünü çizin” açıklamasını kendi üstlerinin çizilmek istendiği şeklinde anlayanlar yanılmıyor…
Mesut Yılmaz operasyon başladığında gidip endişelerini Bülent Ecevit’e anlatmış. Başbakan “düğmeye basanı” sorunca da Jandarma Harekat Daire Başkanı Tümgeneral Osman Özbek’in adını vermiş. Yılmaz partisinin üst düzey yöneticilerine ve bakanlarına “üstünü çizin” diye açıklama yapanın da Özbek Paşa olduğunu sandığını söyledi.
Ankara’da yaşanan yeni gelişmeler de Osman Özbek adını ön plana çıkartıyor. işte nedenleri…
Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Beyaz Enerji operasyonunda bilirkişi olarak atanan bazı kişileri taraflı buldu. Çünkü bunlar aynı zamanda dosyaya şikayetçi olarak geçmiş kişiler. Türk, soruşturmanın savcısını çağırarak, olayla ilgili objektif davranmasını, yoksa dava aşamasında yargıcın bilirkişi raporlarını geri çevirebileceğini, şikayetçiden bilirkişi olamayacağını aktardı. Soruşturmaya gölge düşmemesi için bilirkişi tayininde daha uzman ve tarafsız kişilerin seçilmesinin doğru olacağını anlattı. Savcı, bakanı dinledikten sonra çıktı ve gitti. Ancak birkaç saat sonra Tümgeneral Osman Özbek randevu alarak Adalet Bakanı Türk’ün makamına geldi. Özbek sinirliydi. Türk’e karşı, yanlış yaptıklarını, olaya müdahale ettiklerini, bunu yapmaya hakları olmadığını aktardı. Bakanlık kaynakları “asla saygısız bir konuşma olmadı” dese de Özbek, Adalet Bakanı Türk’e “Siz karışmayın. Başbakanlık bilirkişileri değiştirme isteğini direkt iletsin de görelim…” diye konuşmuş. Bakan Türk soruşturmanın selameti açısından olayla ilgilendiğini söylese de Özbek Paşa kızmış bir kez… Bilirkişilerin görevden alınmayacağını aktarıp, çıkıp gitmiş. Türk bu olup bitenleri Başbakan Ecevit’e aktardı. Gelişmelere kızan Başbakan, Savcı Talat Şalk ile ilgili o sert açıklamasını bunun üzerine yaptı.
Ecevit’i suçlayan rapor
Beyaz Enerji operasyonunun perde arkasında yaşanan olaylar casusluk filmlerine taş çıkartacak cinsten. Türkiye’de kuvvetler ayrımı ve hukukun üstünlüğü noktasında daha pek çok şeyin acilen yapılması gerektiğini de ortaya koyan gelişmeler bunlar. Adalet Bakanı Türk’e bilirkişiler için giden Osman Özbek’in ardından, Başbakanlık Özel Kalemi’ne sivil giyimli bir kişi gelip, Jandarma subayı olduğunu söylemiş. Özel olarak Başbakan ile görüşmek istediğini belirtmiş. Başka hiçbir yetkiliyle, hatta bir bakanla dahi görüşmeyeceğini de aktarmış. Çağrılan bakanla görüşmemiş de zaten. Soruşturulunca bu kişinin bir Jandarma albayı olduğu doğrulanmış. Subayın elinde bir rapor varmış. “Beyaz Enerji” operasyonunun bilirkişi raporu olduğunu belirttiği dosya açılınca asıl şaşkınlık yaşanmış. Raporda neredeyse bütün Bakanlar Kurulu suçlanmış. Savcılığa verilmesi istenmiş. Suçlananlar arasında Başbakan Bülent Ecevit ile Mesut Yılmaz da var. Ecevit, bu raporun getiriliş ve sunuluş biçimini beğenmediğini dile getirmiş. Hüsamettin Özkan’ın Jandarma’nın bu tutumuyla ilgili olarak Genel Komutan’la görüştüğü belirtiliyor. Ama bu, yaşananları değiştirir mi sizce? Doğru olan asker – sivil ilişkisinde hem de bir yolsuzluk soruşturmasında, savcıların, yargıçların yapması gerekenleri askerlere yaptırmamak değil mi?
Kızgın paşa
Jandarma Harekat Daire Başkanı Tümgeneral Osman Özbek, 28 Şubat’ın önde gelen adlarından biri. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan için dile getirdiği ağır sözlerle hatırlanıyor. O dönemde Erzurum’da Jandarma Bölge Komutanı olan Özbek, Artvin’de bir denetleme sırasında Suudi Arabistan Kralı’nın davetlisi olarak umreye giden Erbakan ve ailesiyle ilgili olarak şunları söylemişti:
“….Adam olan gidip o krala misafir olmaz. Kusura bakmayın adam olan sülalesini, devletin bilmem nesini kiralayıp da misafir götürmez. Ben bunu kabul etmiyorum. Başbakan değil bilmem ne bakan olsa etmiyorum. 13 sene ben PKK ile mücadele ettiysem bunlarla da mücadele edeceğim.”
Özbek’in şimdiki görev alanına “Beyaz Enerji” dahil bütün operasyonlar giriyor.
Sezer’in hatası
20 şubat 2001
Türkiye değişiyor. Değişimin gürültüsü büyük olur. Yıllardır konuşulmayan, dokunulmayan konulara şimdi değiniliyor. Süleyman Demirel’in devlet yönetme anlayışı ve düzeninden sonra Sezer, elbette farklı olacaktı. Turgut Özal aynı farkı bambaşka biçimlerde bize yaşatmadı mı? Özal seçildi diye “elini sıkma, davetlerine katılma” boykotları yapılmadı mı? Demirel Özal’ı kendisini seçtirdi diye eleştirdikten sonra, kendisi aynı yolla köşke çıkmadı mı? Sezer farkına şaşırmayın. Yaşananlar, çatışmaların doğal seyri içinde beklenilenlerdir. Çünkü Sezer hukukçu ve halktan bir insan. Türkiye’nin güç merkezlerinden uzak. Etkilendiği kaynaklar farklı. Bugün Sezer farkı olarak orta yerde duran tavır ve duruş, aslında Türkiye’nin genelinin hali. Yolsuzluklara da, yolsuzluklarla mücadeleye de farklı bakıyor Sezer. Bu farkı şimdi çokça sert gelebilir. Abartılı bulunabilir. Sezer’in elindeki yetkileri kullanma isteği üslup hatası yüzünden birilerini rahatsız da edebilir. Edecektir de. Ama Cumhurbaşkanı’nın dikkat etmesi gereken duyarlılıklar var. Cumhurbaşkanı dün toplantı salonunda yaptığı konuşmayı, toplantıya girmeden önce 15 dakika baş başa oturduğu Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’a münasip bir üslupla yapsa belki de ortada hiçbir sorun olmayacaktı. Çünkü Cumhurbaşkanı bu konuşmaya belli ki hazırlıklı gelmiş. Nereden mi çıkartıyorum, Ecevit ve Yılmaz ile oturduğu süre içinde hiç ağzını açmadığı gibi, selam vermekte bile hasis davrandı.
Hüsamettin Özkan başrolde
Çankaya Köşkü’nde yaşananlar ile ilgili birkaç ayrıntı kavgada Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın anahtar rol oynadığını gösteriyor. Cumhurbaşkanı eleştirilerini yapıp, yolsuzlukların üstüne gitmek noktasında Başbakan’ı yetersiz tutum takınmakla suçlayıp, çıkışınca; Özkan, ilginç bir tutum takınıyor ve Başbakan’ı aşıp Cumhurbaşkanı’na yükleniyor. Asıl kavga da zaten Sezer ile Ecevit arasında değil, Özkan ile Sezer arasında yaşanıyor. Burada Cumhurbaşkanı’nın elindeki Anayasa’yı Devlet Denetleme Kurulu’nun görev yetkilerini anlatır maddeyi göstererek Başbakan’ın önüne doğru atması etkili oluyor. Bunun üzerine Hüsamettin Özkan Anayasa’yı alıp tekrar Cumhurbaşkanı’na yolluyor. Yani Anayasa Sezer ile Özkan arasında havada uçuyor. Anayasa havadayken Sezer’in sözü “Dersinize iyi çalışmamışsınız” oluyor. Başbakan’a hitaben “Halkın gözünde beni küçük düşürmeye çalışıyorsunuz” diyen Cumhurbaşkanı’na Özkan’ın yanıtı kavganın doruğunu oluşturuyor:
” Nankör… Seni halk değil, bu üç lider seçtirdi ve o koltuğa oturttu.”
Bu konuşmadan sonra, Başbakan ve Mesut Yılmaz salonu terk ediyor. Ama Sezer ile Özkan 10 dakika kadar daha içeride kalıp karşılıklı bağrışmaya devam ediyorlar. Bütün bu tartışmalar bürokratların da gözleri önünde oluyor. Sonra hükümet kanadı bürokratları içeriden çağırınca Cumhurbaşkanı da toplantıyı terk edip, MGK’yı bitiriyor. Yani MGK’nın kapanışını Sezer yapıyor. Oysa Sezer üslup noktasında doğru tavır takınabilse ve Başbakan’a Anayasa’yı atmak gibi bir hata içinde olmasa, sorun bu boyutlara asla gelmeyecek.
Tadını kaçırmadan…
MGK toplantısında Sezer ve Özkan’ın tutumuyla kanatlanan Anayasa havada uçarken, asker üyeler bir tatbikat izlercesine soğukkanlıydılar. Askerlerin sessiz ve hüzünlü bakışlarla izledikleri tartışmanın hemen sonrasında yaptıkları değerlendirme toplantısında ise kriz masaya yatırıldı. Askerler değerlendirme için toplandıklarında aynı soğukkanlı tutum içinde değillerdi. Bunun etkilerini siyasiler elbette doğru değerlendirecekler.
Cumhurbaşkanı ile Başbakan, bir de Hüsamettin Özkan arasında kriz var. Hem de ne kriz. Çocukça, saçma sapan ve Türkiye’yi düşünmesi, konuşması gerekenlerin üsluplarına ve karşılıklı hassasiyetlerine dikkat etmemelerinden dolayı çıkan bir kriz. Türkiye’de insanlar ne yazık ki konuşmayı bilmiyorlar. Konuşmalar saldırı, savunma ve karşı saldırı olarak gerçekleşiyor. Bir de arada ağzından çıkanları duymayan yöneticiler oldu mu, gelin çıkın işin içinden. Dün Cumhurbaşkanı ile Başbakan tartıştı ama Özkan ile Sezer kavga etti. Sonuç Türkiye’nin kaybettiği gerçeğidir. Türkiye moralini yitirdi. Türkiye pamuk ipliğine bağlı olan güven duygusunu yitirdi. Türkiye birbirlerini sevmese de Türkiye için çabalaması gereken makamlarda oturanların konuşamamaları yüzünden işinden, aşından, çabasından kayıplar verdi. Borsa düştü, ekonomik belirsizlikler arttı. Milyarlarca dolar kaybedildi. Yazık. Hem de çok yazık. Cumhurbaşkanı da, Başbakan da derhal bir araya gelip sorunu konuşarak çözmelidirler. Bu krizin uzamasının Türkiye’ye bedeli ağır hem de çok ağır olur. Bu her iki lidere de yakışmaz. Liderler gerekirse birbirlerinden özür dilemeli, ama devleti idare etmeye devam etmelidirler. Buradaki anahtar karşılıklı saygıdır. Haydi Sayın Sezer ve Sayın Ecevit tokalaşın bu iş burada bitsin.
GüNüN öZETi
MGK toplantısının bilançosunu çıkartacak olursak:
1- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, kavgaya hazırlıklı geldi. Ama yanlış üslup ve yöntem kullandığı için Türkiye’yi bir krizin kucağına bıraktı.
2- Başbakan Ecevit, Cumhurbaşkanı’yla ilgili iyi düşüncelere sahip olmadığını saklamadı. Ama dünkü krizi saklamayı başarsaydı, yani toplantıyı devam ettirebilseydi Türkiye’yi bir büyük açmazdan kurtaracaktı. Tecrübesi ve birikiminden Türkiye’nin beklediği buydu. O da duygularına yenildi, kavgayı seçti.
3- Hüsamettin Özkan, Cumhurbaşkanı’na yanıt vermekte haklı ama o da üslubu ve tavırlarıyla kavganın körükleyeni oldu. Cumhurbaşkanı ile giriştiği söz düellosunda seçtiği sözcükler ve yaklaşımı hatalı.
4- Devletin tepesindeki adlar yönetemedikleri demokrasinin sanıkları durumuna düştüler. Bir kez daha sınıfta kaldılar. Askerlerin ve bürokratların önünde Türkiye’yi hem parasından hem huzurundan ettiler.
5 – Temiz toplum idealine, bu kavgalar olmadan ulaşmak da mümkün değil
Kriz nasıl aşıldı
21 şubat 2001
Ankara’da yaşanan MGK krizinin aşılması noktasında uzlaşmayı, kavgalı toplantı sırasında sessiz kalan, ama sonrasında yoğun toplantılar gerçekleştiren askerler sağladılar. Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları dün çok yoğun bir değerlendirme sürecine tabi tuttular krizi. Jandarma’nın tesislerinde enine boyuna konu tartışıldı ve uzlaşma için neler yapılabileceği konuşuldu. Ve MGK Genel Sekreterliği’nin, tarafları “Devlet işlerinin devamlılığı esası üzerinde uzlaşmaya çağırmasını” kararlaştırdılar. Bu çağrıyı alan hükümet kendi arasında bir değerlendirme yaptı. Bu değerlendirmede Cumhurbaşkanı’nın, daha önceki toplantılar sırasında da kriz yaratacak sözlerine muhatap kalındığı konuşuldu. Gerçekten de Ankara’da yaptığım temaslar sırasında öğrendim ki Cumhurbaşkanı geçmiş MGK’larda, bürokratlara kapalı olan bölümde hükümete, Mesut Yılmaz’a yönelik sert konuşmalar yapmış. Ama bu toplantıda bürokratların salonda bulunması ve dozajın yükselmesi hükümet kanadının tepkisini çekmiş. Bu arada Hüsamettin Özkan faktörünü de unutmamak gerekiyor tabii. Askerlerin önerisini değerlendiren hükümet şu noktalarda uzlaşmayı kabul etti:
Cumhurbaşkanı’nın sözleri karşısındaki haklı duruşumuzdan geri adım atılması söz konusu değildir. Cumhurbaşkanı’nın üslubunu ve sözcüklerini kabul etmiyoruz. Bu konudaki itirazlarımız saklıdır.
Devlette işlerin devamlılığı noktasında MGK Genel Sekreterliği’nin toplantı çağrısı kabul edilmiştir. Pazartesi günü Cumhurbaşkanı’nın da onaylaması durumunda toplantı gündemli olarak yapılacaktır. Gündemde yer almayan konular toplantıda konuşulmayacaktır. Devlette işlerin devamlılığı dikkate alınarak olağan görüşmeler ve diğer develet işleri yürütülecek ama Cumhurbaşkanı konuyla ilgili özürünü dilemedikçe ve gereğini yerine getirmedikçe diğer aktivitelere katılınmayacak.
Ama Ankara’da Cumhurbaşkanı’nı tanıyan çevreler söyleyeceklerini iletmekten ve tavrını aynı netlikte ortaya koymaktan vazgeçmeyeceğinin altını çiziyorlar. Bu nedenle kriz için askerlerin oluşturduğu çözüm platformunun geçici olduğunun altını çizmekte yarar var. Sorunun aşılmasında kalıcı adımı yine siviller atmak zorunda. Yani Cumhurbaşkanı ile hükümet bir araya gelip sorunu çözmek durumunda kalacaklar. Bu çözümün öyle kolay olmayacağı da ortada.
Fatura halka çıktı
Ankara’dayım… Kriz sonrası sessizlik… Daha çok yorgunluk hakim. Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Üst Kurulu’nun ışıkları dün gece sabaha kadar yandı. Tıpkı MGK ve Genelkurmay’da olduğu gibi. Ankara’da ışıkların yanıyor olması buralarda hareketin hiç durmadığı anlamına geliyor. Krizin nasıl aşılacağı araştırılıyordu. Başbakanlık’ta da dün bazı katların ışığı yanıyordu. Ama katlarda görevli yoktu. Çünkü tasarruf tedbirleri gereği çalışan çaycı, odacı hepsi birden fazla mesai ödenmemesi için gönderilmişti. Oysa tasarruf MGK’da söylenen sözlerde ve eylemlerde yapılmış olsaydı, milyarlarca dolar yitirilmemiş olacaktı. Siyasetin faturasını ödemek zorunda kalan Türk ekonomisinin gidişi gecenin en kritik noktasını oluşturuyordu. Kriz en çok ekonomik olarak kendisini gösterdi. Türkiye’de bulunan IMF yetkilileri şaşkındı. Olaylardan olağanüstü tedirgin olmuşlardı. Böylesi bir siyasi krizi anlamadıklarını bütün yetkililere aktardılar. Güven bunalımı olacağını dile getirdiler. Bir ekonomi kurmayı, “Türkiye siyasi riski şimdi öğrendi. Bunun neye mal olduğunu da kavradı. Ekonomik olarak yitirdiklerimizi uzun dönemde ancak yerine koyabileceğiz. Siyasi risk ülkeye çok pahalıya mal oldu” dedi. Bir yetkili bana otoritenin kişilerin yaptıklarına katlanabilme durumu olduğunu söyleyip sordu, “Şimdi bu krizi yaratanlardan hangisine otorite diyebiliriz?” Doğru. Hangisi bu yaptığının bedelini ödeyecek? Hiçbirisi. Masada kalan faturayı ödeme görevi yine halka kalacak.
Ankara taşı
Ben MGK toplantısında asker üyelerin olayları yatıştırabileceğini düşünüyordum. Haklı da çıktım. Sonrasında yine iş onlara düştü. Bu düşüncemi Ankara’da bir asker yetkiliyle paylaştım. Türkiye’de sözü dinlenen ve MGK’da gerekirse arabuluculuk görevini üstlenecek en etkili kişinin Genelkurmay Başkanı olduğunu belirttim. MGK krizinin Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun müdahalesi olsaydı, bastırılabileceğini düşündüğümü ilettim. Espriyi patlattı…
Asker taraf olmadı çünkü olsaydı “Askeri Müdahale” olurdu.
Devlet babalarının şirketi olsaydı…
Türkiye son krizle çok büyük bir ekonomik kriz içine girdi. Bu siyasi krizin ekonomiye maliyeti bir aylık değerlendirmeler çerçevesinde neredeyse 8.5 milyar doları buluyor. Şimdi o günkü MGK toplantısında ağızlarına küfrü, ellerine fırlatmak için aldıkları kitapçıkları ve külhanbeyi tavırları yakıştıranlar babalarının şirketi olsa bunu yapabilirler miydi? Yani şirketleri değil 8.5 milyar dolar, 8 bin dolar kaybedecek olsa o lafları edip, bunları gizli toplantıdan sonra açık edebilirler miydi? Etseler o gün batarlar, babalarından da sıkı bir kötek yerlerdi. Dünyada artık ekonominin siyaset ve dış politika demek olduğunu bilmeyen, bunu anlamayan siyasilerin değil böyle yönetici koltuklarına oturması, şirket sahibi olmaları bile mümkün değil.